Bir insanı hayata ya umut ya da nefret bağlar. Özlem’in hayata dair hiçbir umudu yoktu, uğruna yaşayacağı hiçbir şey yoktu ve sadece nefes alarak zamanı eriteceği bir hayatı da sürdürmeyecekti. Bir avuç hap ve derin bir uyku, her şey bitecekti. Fakat bir telefon Özlem’i hayata bağladı. Leyla arıyordu ve “büyük” bir problemi vardı, Kerem’in doğum günü sürprizi. Özlem çocuğunu sonsuza dek kaybetmişti, bir daha asla anne olamayacaktı ve telefonun ucundaki sesin “büyük” problemine de tebessüm etmekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. İşte Özlem o an yaşamak için bir amaç buldu kendisine; nefret ve intikam. Her zerresinde nefret tohumları büyüyordu, kalbi kaskatı kesilmişti. Kendi yaşadığı şeyi Kemal’e de yaşatmadan rahat etmeyecekti ve bu uğurda hiçbir engeli tanımıyordu. Köşe bucak kaçtığı Faik’e gitti ve fitili böylece ateşlemiş oldu. “Çocuk oyuncağı” olmayan bu işe girdiğinde yeni şanslar bulacağını ve daha çok kayıp yaşayacağını elbette ki tahmin edemezdi.