Eve varıp arabalarından indiklerinde, küçük bir kız “Çınar abi!” diye bağırıp koşturmaya başladığında her şey hala çok normal ve güzeldi. Güneş parlıyor, bin bir çeşit haşerat ve kuşlar tatlı tatlı ötüşüyorlardı ta ki aralarına “Çinarum gelmuş!” nidası karışana kadar! Pollyanna’dan miras kalan pozitivizmin son temsilcisi Habibe ile böyle tanışmış olduk. Ulan İstanbul’da Maşuka’mız vardı, önceleri bir temkinli yaklaşıp sonra kendimizden olduğunu fark etmiştik ve çok sevmiştik! Habibe ne kadar uyuz görünürse o kadar da bizden biri aslında! Biraz daha teatral kalmış sadece. Hangimiz platonik aşkımızla konuşurken en manasız şeylerden bile çok büyük anlamlar çıkartmadık? Müslüm Baba’nın da söylediği üzere; “Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi?” Habibe de çılgın sevenlerden. Bölümü izledikçe saçını başını yolup “Afkurma!” diyesim gelmedi mi? Geldi elbet. Ama kara kediliğini bir kenara alırsak çok sevdim ben Habibe’yi!