“Anne” tek sığınaktır bazen, tek bir kelimeye güven, şefkat, huzur bir çok duygu sığar. Ali içinin yangınına bulamadığı çözümü annesinin dizinde aramaya geliyor. “Anne aç kapıyı,” diyor. Sevilay, bir anneden çok kendi çıkarlarını gözeten bir kadın olduğundan duvarın arkasında saklanmayı tercih ediyor. Kaç kadın oğlu girmesin diye kapının kilidini değiştirir? Benim bildiğim tüm anneler oğullarını pencerede bekler, yol gözler, Sevilay senden olmayacak, otur sıfır.
Ali öyle apansız, öyle kimsesiz, öyle çaresiz kala kaldı bir başına. Müstahak mı diyorsunuz, demeyin.
Çareyi amcasına gitmekte buldu. Haluk’un öğlen herkese söylediklerinden yola çıkarak Ahmet, Ali ve Savaş’ın eve gitmesini söyledi. Özür dileyecek bir Haluk Mertoğlu düşüncesi cezbettiğinden kabul ettiler.
Ali burada öyle bir cümle kurdu ki, kırk bölüm izlesem unutmam. “Zaten gidecek yerim yok.” Seni kapılarda bırakanlar, seni kimsesiz büyütenler utansın mavi, sen değil onlar suçlu.
Haluk, herkesi eve toplayıp tedavi olmaya kadar verdiğini söyledi. Ali ve Savaş’dan özür dilemedi ama her şeyi telafi edeceğine dair söz verdi. Çocuklara da eve dönüş izni çıktı. Son anda da Ali’ye, sarılmak istedi, Ali ise bu kadar erken yumuşamayacağının sinyalini verdi.
Aklında uğraştığı bir sürü görüntü vardı, Selin’in her seferinde ona nasıl koşulsuz şartsız güvendiğiyle ilgili. Selin her çağırdığında koşup gelmişti, her affet dediğinde inanmış, her tebessümü kocaman bir gülüşe çevirmişti. Ali düştükçe düştü Selin’in kalbinde açtığı kuyuya. Ali, her şey için geç olduğunun farkında kalbindeki ses artık sağır edecek düzeyde, duymazdan gelemiyor.