Peggy’nin Stan’le yollarını birleştirmesi dizide olabilecek en güzel şeydi. O da oldu, hem de müthiş romantik bir sahneyle. Richard gibi sevdiğini seçimlere zorlayan bir adam ömür törpüsü olabilir ama Stan gibi her şeyin yolunda gideceğini söyleyen adamlar da hayatı kolayca cennete çevirir. Tüm endişeleri bir sözüyle silip atan, kendinden memnun bir adam; daha fazlasını istemiyor, yaptığı işin iyi olduğunu biliyor, yeteneğinden şüphe duymuyor, çocukluğuyla barışmış... Suyun üstünden atlar gibi dertlerini hafifletmiş biri. Don’la yaşadıkları elbette karşılaştırılamaz ama Don her bir anı ne kadar travmatize ediyorsa Stan de onları sabun köpüğü gibi omzundan atmış. Peggy’nin düşüncesizce ettiği lafları karşılayacak olgunluğa, onları gole çevirmeye tenezzül etmeyecek aşka da sahip. “Hayatta işten başka şeyler de var,” dedi ya kapıdan çıkmadan önce, aynen öyle, Peggy’nin hırsını destekleyecek ama bazı körlüklerini de frenleyecek biri olacak Stan.
Peggy-Pete karşılaşmasına gelelim. Bu ilişkiyi en iyi, küçük bir kaktüs anlatabilirdi zaten, Pete’in “kızından” dolayı evinde tutmak istemeyip Peggy’ye hediye ettiği. Pete, Ken ya da Harry değil. Başarı hırsıyla, gözünü hep daha yükseklere dikmesiyle, fırsatını bulduğunda gücünün yettiğini ezmesiyle, hiçbir zaman ulaşamadığı olgunluğuyla, güvenilmeyecek, sevilmeyecek bir adam. Bekarlığa veda gecesinde kendini, ofise yeni gelen sekreterin evinde bulan bir erkek çocuğu. Peggy’nin hayatının hatası, fakat Peggy bu hatayı öyle bir güçle savuşturdu ve “böyle bir şeyin olmadığına” o kadar inandı ki, kendi yoluna devam etti, daha da güçlenerek ama kesinlikle erkekleşmeden. “Yeni işe başlayan saf sekreter bir kızla” birlikte olduğundan beri çok şey değişti Pete için. “Kendini daha yakışıklı ve genç hissetmek” için oradan oraya savrulmaları bitti. Başta görmezden geldiği o kızın şimdi 1980‘lerde ajansın yaratıcı yönetmeni olacağını söylüyor. Birbirlerine hiç sarılmadan son vedalarını ettiler. Çünkü kaktüslere sarılınmaz.