Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
RÖPORTAJ
TYRANT'ın torunu ve büyükelçisi

Ta ABD'den kalkıp Abbudin ülkesinin yönetiminde söz sahibi olmak için bir diktatörün ailesinden mi gelmek gerek?

Aile kısmına gelecek olursak, o da yüzeysel. Çocuklardan Sammy saraya gidecekleri için çok heyecanlı mesela. Öte yandan daha bilinçli tarafı temsil eden Emma’nın farkındalığı “Biliyor musun büyükbabam savaş suçlusuymuş,” demekten öteye geçmiyor. Anneye gelince, Molly California’da iş güç sahibi bir kadın, bir doktor olarak gereğinden fazla kocasının bu ülkeye yerleşmesine destek oluyor. Sürekli kocasına neden ailesiyle arasına mesafe koyduğunu sorup duruyor. Bir batılı kadın olarak bu kadar ılımlı bir yaklaşım göstermesi tuhaf. İki erkek kardeşin ilişkisine gelelim; Jamal habire “Biz kardeşiz,” deyip duruyor. Fakat iki kardeşin arasında kıskançlık, ihanet gibi kuvvetli duygular da olmalı. Bunları en azından ilk dört bölümde göremediğimi belirtmeliyim.

Bakalım İstanbul deneyimi dizinin seyrini nasıl etkileyecek? Yapım ekibinin itinayla gizlediği çekim mekanları neler? Birlikte gelecek bölümleri izlerken göreceğiz.

Ne kadar zamandır İstanbul’dasınız?

Justin Kirk: Günler tarihler birbirine karıştı aslında ama galiba yaklaşık bir haftadır buradayız. Buraya gelmemiz hiç beklenmeyen bir gelişmeydi ama çok güzel oldu. İsrail’de de uzun süre kaldık biliyorsunuz. Oradan ayrılmak zor oldu. Arkadaşlarımıza hoşçakal bile diyemedik. Vedalaşamadık. Çekimleri dünyanın çeşitli yerlerinde gerçekleştirdik. İlk bölümü Fas’ta çektik, ardından dört ay İsrail’deydik, şimdi de buradayız. Burada tümünü tamamlarız umarım.

Peki buraya geliş amacınız dış çekimler mi?

Elbette. Yoksa Hollywood’da kalır hiç çıkmazdık. Açıkçası, İstanbul’a gelmek dizinin görünüşünü zenginleştirdi. Son bir ya da iki bölüm için buradayız. Elimizde senaryolar var ve burada onları emprovize ederek çekeceğiz. Bazen koşulları kontrol edemediğinizde heyecan verici harikulade gelişmeler olabiliyor.

Büyükelçiyi canlandırıyorsunuz...

Onun gibi bir şey...

Çok belirli değil ama...

Eğer ne olduğunu öğrenebilirsen bana haber ver. Orada benim ne iş yaptığım bir sır.

Peki nedir John Tucker’ın olayı? Neyin peşinde?

Bu harika bir soru. Sanıyorum, uzun yıllardır Abbudin’de yaşıyorum ve çalışıyorum. Bir tür diplomat ya da görevliyim ama bir şeylerin peşindeyim. Sana tabii ki burada ne olduğunu söylemeyeceğim.

İyi, ama neyi temsil ediyor o zaman?

Bence Amerikan çıkarlarını temsil ediyor. Kimi zaman kendi menfaatlerimin de peşindeyim. Zaman içinde daha fazlası ortaya çıkacak.

ABD resmi görevlilerinin nasıl temsil edildiğini düşünüyorsunuz?

Burada ABD’yi temsilen bir tek benim karakterim var. Dolayısıyla, umarım ki tüm diğer karakterler nasıl gösteriliyorsa ben de öyle yansıtılıyorumdur. Hilekar, iyi, kötü, kendi çıkarlarının peşinde. Dizi elbette bir takım politik meselelere değiniyor ama umuyorum ki, temelde karakterler, onların bireysel durumları, istekleri ve ihtiyaçları etrafında şekillenen bir hikayeyi anlatabiliyordur.

Peki pilot bölümde gördüğümüz karınıza Dana Tucker’a ne oldu? İlk bölümde vardı ondan sonra ortadan kayboldu?

Sundance’e yönetmen olarak gitti! Ama onu yeniden görebiliriz. İlerleyen bölümlerde yeniden bahsi geçiyor çünkü. Onunla ilgili daha fazla şeyler olacak. Daha dün böyle bir sahne çektiğimiz için bunu söyleyebilirim.

Peki John Tucker, Barry ve onun ılımlı politikalarını gelecekte destekleyecek mi? Acaba bir tür ittifak oluşturacaklar mı?

Bu harika bir soru. Çok fazla şey söylemek istemiyorum ama evet. Hayaller ve politika çeşitli yönlere doğru giderken Tucker burada önemli bir rol oynuyor. Bence her şeyi anlatmaya gayret eden bir dizinin başı belaya girer. Yalnızca karakterlerin hikayesini anlatmak yeter. Dizinin geçtiği coğrafyanın anlatılacak büyük bir hikayesi var ve eğer her şeyi anlatmaya soyunursak bu bizi tehlikeye sokar. Yapmamız gereken bireysel bir hikayeyi anlatmak, hepsi bu. Tabii ben yalnızca bir oyuncuyum. Bana düşen otel odasında oturup senaryonun gönderilmesini beklemek.

Röportajlarınızda kendinizi bir radyo delisi olarak tarif ediyorsunuz. “Çocukken John Malkovich ya da Sean Penn olmayı hayal ederdim ama aslında müzik delisiydim,” diye. Nedir radyoyla olan ilişkiniz?

Çocukken dört ya da beş istasyonu birden takip ederdim. Amerika’da radyo çok değişti. Eski tür yerel radyolar ölmek üzere. Uydu radyosuna uzun yıllar direndim ama şimdi bayılıyorum. En sevdiğim şey; eğer o gün çalışmıyorsam, büyük bir kahve alıp arabama atlamak ve radyo dinlemek. Saatlerce radyo dinleyerek araba kullanabilirim. İstanbul’da da şoförler bizi sete götürürken radyo dinliyorum. Yerel müzikle karışık, yıllardır duymadığım Amerikan hitleri çalıyor. Bence bu harika. Çünkü Amerika’da kimi zaman sürekli aynı şarkıları çalıp duruyorlar çok dar bir alanda hareket ediyorlar. Ben beklemediğim şeyler çalan radyoları seviyorum.

1 2 3 4 5 6
ETİKETLER : ekranella , Defne Akman , tyrant , foxlife
YORUMLAR



DİĞER RÖPORTAJLAR