Günün son durağına geçiyorum. Uzay’ın evindeki parti sahnesi çekimi için Rixos’a. Eve geçmeden, yolda Alara karşılıyor. Son yıllarda moda olan ve anlamını tam olarak hiç kavrayamadığım bir ‘kocaman’ kelimesi var. Hani ‘kocaman öpüyorum, kocaman sarılırım, kocaman bir alkış’ gibi.. İşte Serel Yereli, o kavramın ne anlama geldiğini idrak etmeme neden oldu. Herkesin boynuna sarılan, duyguları kocaman, kendisi incecik bir genç kız. O kadar incecik ki, ekranda görüp “Serel n’oldu, geçmiş olsun?” diye arayan arkadaşları olmuş. Hemen burcumu sordu. Balıkmış o da. Babası Serdar, annesi Elif, ikisinin isminin ilk harfleri Serel. Babasını kalp krizi nedeniyle aniden kaybetmiş, anne, anneanne, nine üniversite için yurt dışını tercih etmesini istemişler ama ısrarla burada kalmak istemiş. Üniversitede İtalyanca ve Fransızca öğrenmek üzere İstanbul’a gelince önce “ortamda şok olmuş.” Ama kafaya koymuş oyunculuk yapmayı, bir kaç seçmeye katıldıktan sonra burada işte. “Bu set aile mantığıyla işliyor, o yüzden de çok konforlu,” diyor. Ne olacak bu kötü çalı Alara’nın hali peki? “Valla ben seviyorum,” diyor. “Başlarda Alara benim için daha yüzeyseldi. Şimdi adı kondu, kötü oldu, oynaması daha zevkli.”
Ve Uzay. Serhan Onat’a hemen ‘sivithört’ meselesini soruyorum. Neden öyle söylüyor, neden? İtici karakterini daha da itici yapmak için, Uzay’ı dalga geçtiği karakterler gibi konuşturmuş. Uzay’ın önceleri karikatürize ve abartılı bir tip olduğunu, neredeyse Brechtyen bir karakter olduğunu düşünüyor. “Shui Ta* erkek oluyor ama onun erkek olmadığını herkes biliyor ya, Uzay da tüm bu zenginliğin içinde saçma sapan, hiç cool olmayan davranışlar sergiliyor. ‘Svithört’ de bunlardan biriydi.” Senaristlere ona güvendikleri hem de rolünü çeşitlendirdikleri için müteşekkir. Uzay, ilk kez bir kadının bir adama çıkarsızca iyilik yaptığını görünce etkilenmiş Aslı’dan. “Uzay’ı sempatik çizmeye çalıştım ama Burhan Altıntop’a da döndürmemem lazımdı, çizgiyi korumaya özen gösterdim. 14. bölümle birlikte artık Uzay olay yaratan çocuk halinden üzülebilen, gerekirse Ateş’le Aslı’ya (Aslı’dan hoşlansa bile) iyilik yapabilen bir hale dönüştü.” Her yeni bölüm geldiğinde heyecanla bakıyormuş senaryoya. Karakterini merak ettiği için Uzay’dan hiç sıkılmadığını söylüyor. “Mesela Uzay’ın ölen babasını çok merak ediyorum, onunla ilgili hiçbir şey bilmiyoruz henüz,” diyor. Serhan Onat da ince, uzun bir genç ama başlarda spor yaptığını sonra yönetmenin onun bu “simitli, simitli” halini daha uygun bulduğunu anlatıyor. Ben bir simit göremedim ama… gerçi o da ekranın dolgun gösterdiği bir tip. “O karikatürize karaktere o dar pembe pantolon gayet iyi hizmet ediyordu mesela,” diyor.
Parti sahnesi ya, herkes burada. Hilmi Cem İntepe’den adının nasıl yazıldığını öğrenmemek olmaz. Görüldüğü gibi, Hilmi ve Cem ayrıymış; fakat bitişik yazılmasından da hiç rahatsızlık duymuyor. Muğlalı ama 18 yaşına kadar Bodrum’da büyümüş. Senaryoyu okur okumaz, çok heyecanlanıp “Benim burada mutlaka olmam lazım,” dediğini söylüyor. Ailesi Güvercinlik’te oturuyor ve bu işten çok memnun. Hatta babası o gece seti ziyarete gelecekti. O da otelde kalan ekipten. Kendisine rolüyle ilgili hiç aklında olmayan yepyeni bakış açıları kazandırdığı için yönetmene hayran. Ancak Timuçin Esen için de “İçimdeki Kelebek’i tamamen o yoğurdu,” diyor. Rixos’un hemen yanındaki Kervansaray Otel’de bir süre animatör olarak çalıştığını anlatırken kapandı mı Survivor sayfası diye soruyorum. “Hayatımın dokuz ayını verdim oraya, bir daha kabul etmem deyip de büyük konuşmayayım ama o bambaşka bir mücadele,” diyor. İçindeki canavar çıkıyormuş. Hilmi Cem’in kendisi bin gofret gibi.
Parti sahnesinde yok ama gençler ekibine yeni katılan Barış Yalçın da Bodrum Masalı’nın ilk ‘röportajını’ vermek üzere burada. Bakalım hikayeyi nerelere taşıyacak. Uzay’dan çok daha varlıklı bir genç arkadaşımızı oynuyor. “Araban ne marka?” diyorum. Çok havalı bir Mustang’miş, gerçi daha binmek kısmet olmamış ama… İşe başlarken biraz çekiniyormuş, bunca zamandır böyle kaynaşmış bir ekibe nasıl uyum sağlayacak diye ama çekindiği hiçbir şey başına gelmemiş. “Sanki ilk bölümden beri buradaymışım gibi aralarına aldılar beni,” diyor. O kadar güzel, minik ve kalkık bir burnu var ki herkes estetikli sanıyormuş ama meğer kemiksiz olduğu için öyleymiş o burun.
* Sezuan’ın İyi İnsanı - Bertold Brecht.