1) Babaların Issızlığı
Çoğumuzun babası, yoğun ve yorgun bir iş gününün ardından eve gelip ev kıyafetlerine büründüğünde dilini de kapının dışında bırakmış gibi görünen bir adamdı. Annenin çalışıp çalışmamasının da bu duruma belirgin bir etkisi olmuyordu işin ilginç tarafı. Bir şekilde eve ekmek getirmenin sorumluluğu halen erkekte gibiydi ve dünyayla boğuşup mağarasına girdikten sonra bu yorgun kahramanın artık derdini anlatmak zorunda kalması gerekmiyordu. Leb demeden çerez tabağına ulaşabilmeli, suyu ayağına gelmeli, sofrası kurulu, gömlekleri ütülü, kıravatları dizili, ayakkabısı binilmeyi bekleyen bir at gibi kapıda hazır olmalıydı. Babaların sessizliği o kadar kanıksanmış bir durumdu ki, çocuklar bu durumun farkında bile değildi. Normalden fazla konuştuğunda ortada bir terslik var demekti hatta. Sırf bu sessizlik, kapalılık yüzünden çoğu babanın da çoğu anne için bir nevi “ıssız adam” olduğu aklınıza gelmiş miydi mesela? Bunların cevabı belli sorular olduğunu varsaydık. Kabul görmüş bir rol dağılımıydı bu; “seçenekler şimdiki kadar fazla olmadığından herkes de halinden memnundu” denilip geçilen türden. Annelerin zaten konuşma ihtiyaçlarını diğer annelerle karşıladıklarını, börek/kek dilimleri arasına sıkıştırılmış birkaç kahkahanın gündelik hayatın ağır sıkıcılığını yeterince kırabildiğini düşündük. Anne-baba ilişkisinde kadının payına konserve kapağı gibi göz yıldıran bir sessizliğin düşmesini pek yadırgamadan kabullendik kısacası.
Çoğu kadının hayatındaki ilk “ıssız adam”, babasıydı belki. Ne hissettiği, ne düşündüğü kolay kolay bilinemeyen, ağzından tatlı sözler duymak konusundaysa çoğunlukla anneden daha şanslı olunan adam. Bir erkeğin “konuşması”nın kıymetli bir şey olduğunu, tatlı dili deliğinden çıkarmanın taze, şen, şirin bir kadınsı enerji gerektirdiğini fark etmeyi sağlayan ilk adam. Annelerin çoğunlukla o kadar da şen ve enerjik olmamasının ardındaki, çok denemiş ve çoktan vazgeçmişliği, tuz ruhu ve çamaşır kokusu aromalı kabullenişi görmezden gelmek kolaydı. Çocukluğa özgü türden bir ufaktan zalimlikle, ortalama kız çocuğu, babasının tatlı sözlerini daha kolay elde etmesini annesinden tabii daha “tatlı”, uyanık ve enerjik olmasının getirdiği doğal bir hak olarak gördü belki. Demek ki başarılabilirdi… Konuşmayan, anlatmayan, paylaşmayan bir adamın doğru sorular, doğru stratejiyle sorulursa mağarasından çıkarılabileceğine dair kadınsı inancın köklerinin baba-kız ilişkisinde yatıyor olabileceğini düşünmeden edemiyor insan.
Tüm bunlar olurken erkek çocukların da zihni armut toplamıyordu tabii. Onlar da babalarından, suskunluğun doğal bir erkeksi nitelik olduğunu, aynı şeyi kırk kez tembihlemeye hiç üşenmeyen anneleri ve bıcır bıcır kızkardeşlerinden de kadınların nasılsa her durumda konuştuğunu öğrenmekte zorlanmamış olmalılar.
Kurmaca bir örneğe gerek var mı? Az çok geleneksel ilişki örüntülerinin sürdüğü herhangi bir evin salonunu hatırlayın.