Kübra’nın Yiğit’in teklifini kabul etmesi beni şaşırtmadı. Yiğit’le ilgili takıntısını aşmış olmasını çok dilemiş ama Kübra’ya inanamamıştım. Kolyeyi çıkarıp, pastane açmakla güçlü duruş olmuyor demek ki… Ne zaman “Ben ayaklarımın üstünde duracağım!” dese sonunda Kılıç kardeşlerden birine sığınıyor. Önce Emir, şimdi de “O benim için bitti, asla ona dönmem,” dediği Yiğit… Kübra ile aramdaki empati kanalları gün geçtikçe daha da tıkanıyor. Emir’in kendisine âşık olduğunu bilerek o evde kalmaya devam etmesi başlı başına bir eksi puan zaten. Pastanesini de açmışken neden kendisine tam bağımsız bir hayat kurmadı da Emir’in yarasına tuz basarcasına her gün karşısında dikildi mesela? Yoksa kendisine bağımsız bir hayat kurmak istemiyor mu? (Ki çok da gönlü yokmuş, Yiğit’in teklifini kabul etmesiyle gördük bunu.) Haydi bunu yaptı diyelim, sonrasında nasıl kendisi için bunca fedakarlık yapmış bir adamı karşısına alıp konuşma gereği dahi duymadan Yiğit ile gitme planı yapabildi? Bunu yapabiliyorsa Sibel’i Emir’le üç gün el ele gezdi diye dünyanın en büyük günahını işlemiş gibi nasıl yaftalayabildi? Kindar bir insan da değilimdir ama fil hafızası vardır bende de Derya gibi… Kübra ne zaman birine “Sen bunları bile isteye yaşadın,” dese, üzerinden yıl geçmesine rağmen kendisine bunu bir kere bile söylemeyişi ve kafasında kurduğu şeyler ile kendisine zararı değil yararı dokunmuş insanların canını yakışı geliyor aklıma. Şimdi Kübra’nın adeta bir “acı bilirkişisi” olup insanlara çeşitli akıllar vermesi tuhaf değil mi? Bence hayli tuhaf…