Ekrandaki her doğaüstü yaratığın orada olmasının bir sebebi vardır. Çoğunlukla sembolik anlam taşımasının yanı sıra çatışma kurdurur ve ekseriyetle insana ve insanlığa dair bir şeyler söylemek için dâhil edilmiştir hikâyeye. Çoğunlukla düşman olarak konumlandırılan bu fantastiklerin ekran yolculuğu ve The Walking Dead özelinde nerede durduklarına bir bakalım.
Başlangıç bir ustayla: J.R.R. Tolkien’le. Tolkien Orta Dünya’yı yaratırken çocuk masalı kurgusunu, insan özelliklerini doğaüstü yaratıklarına dağıtarak yapmış. Örneğin Elfler, insanoğlunun güzelliğinden doğan kibrinin ve ölümsüzlük arayışının canlı haliyken, Orkları ise tam karşılarına oturtup içimizdeki kötülüğü veçirkinliği yansıtması için koymuştur oraya. Olabilecek en dolaysız temsildir. İnsanı ayrıştırıp üçe böldüğünden, tek boyutlu karakterler yaratmakta bir beis görmemiş; kurgusunu tamamen yol ve büyüme hikâyesine yaslamak için alan yaratmıştır kendine. İyileri hep iyidir, kötüleri de çok kötüdür; hep beyaz ve siyah olarak konumlandıklarından gri karakter sıkıntısı çok net gösterir kendini. Burada önemli olan müthiş bir dünya yaratmış olmasına rağmen öyküsünde sıkıntılar barındıran bir eserin bile fantastik karakterlerinin bir amaca hizmet etmesi elbette. Peter Jackson’ın aynı isimli kitaplardan çektiği filmlerle, Hollywood tarzına bağlı kalarak, Orkları “Uzaktan gelen işgalciler” olarak okumuş, ABD sinemasının oryantalist bakış açısından ve panik atak reflekslerinden kurtulamamıştır.
Örnekler çeşitlendirilebilir. Jurrasic Park’ın dinozorları insanın doğaya karşı çatışmasını tersine döndürmek için, doğa insana karşı dedirtebilmek için oradadır. İnsanın doğaya uyguladığı eşsiz yıkıcılığı gözler önüne serer ya da Spielberg sinemasının sıkça beslendiği muhafazakârlıktan yola çıkışla Tanrıcılık oynamaya çalışan insanın cezasıdır, Allah cezalarını vermiştir.
Godzilla’nın Godzilla’sı ise klasik Amerikan fobilerinin ekrana yansımasıdır, bilinmeyenden duyulan korkudur, egzotik Uzakdoğu’nun vücut bulmuş halidir, New York’u -yani medeniyetin beşiğini- yıkmak için gelmiştir. ABD’nin Homeland’ini, ana vatanını ele geçirmeye çalışan korkunç işgalciler fobisinin Hollywood tarafından olumlanması zincirinin önemli halkalarından biridir ki, o halka küresel konjonktüre göre hep şekil değiştirir. Komünizm korkusundan çok pis fena radikal İslamcı güçlere kadar her türlü sembol için kullanılmıştır türlü çeşitli yaratıklar ve en birincil olarak da özellikle uzaylılar.
Bu noktada diğerlerinden biraz farklı bir noktada duran ise Terminatör. James Cameron’ın efsane filmleri pek görmediğimiz bir şekilde fantastik yaratığını iki çatışmasının, dolayısıyla da iki derdinin içine yedirmeyi başarır. Her şeyden önce bir dolaysız temsil olarak insanın yarattığı teknolojinin insanı nasıl yok edebileceğinin kanlı canlı örneğidir, insan teknolojiye karşı çatışmasını net bir şekilde kurarken aynı zamanda dolaylı olarak başka bir amaca da hizmet eder: “Bizi insan yapan nedir?” sorusunu sordurur iki film boyunca. Öncüllerinin ve ardıllarının birçoğundan ayrılabilecek şekilde hem sebep hem sonuç olarak kurgulanmıştır.
Biraz da popüler örnekler üzerinden fantastiklerin küçük ekrandaki maceralarına bakalım. Lost’un siyah dumanı, Araf’a düşen Oceanic 815 yolcularının karşısında Yargıç-Jüri-Cellat olması için oluşturulmuş, Araf teorisinin ayyuka çıkmasından sonra dizi tarihinin en acayip DeusExMachina’larının birinin içinden kelimesi kelimesine çıkan dümdüz bir saf kötülük simgesine dönüştürülmüştür. Dizinin belki de en önemli karakteri ada ise aynı şekilde Araf olmaktan vazgeçtirilip bir ev motifine, daha da beteri determinizmin son kalesi olan bir kader merkezine dönüştürülmüştür ilerleyen sezonlarda.
Daha güncel örnek ise Game of Thrones’un Ejderhaları ve Ak Yürüyenleri. Ejderhalar, esas olarak tek bir karakterin, Dany’nin umudunun ve gücünün simgesiyken; Ak Yürüyenleri farklı okumak mümkün. “Winter is Coming” şiarından yola çıkışla, Jurrasic Park’ın dinozorları gibi, insanın kırdığı doğanın özellikle de küresel ısınma sorunlarının bir betimlemesi, doğanın insandan alacağı öcün savaşçıları.
Burada zombilerin babası, yaşayan ölülerin üstadı yönetmen George A. Romero’nun külliyatına bir göz atmak lazım elbet. Romero’nun zombileri başlı başına bir eleştiridir, insanın insanlığını sorgulamaktan ve sorgulatmaktan kaçınır genelde, bir araç değil bir sonuçtur, birer semboldür. Night of the Living Dead’de II. Dünya Savaşı sonrası nüfus patlamasının oluşturduğu dünyanın yetmemesi depresyonuna ve uzay yolculuklarına değinir, Dawn of the Dead’de ise lafı hiç dolandırmadan tüketim toplumunu yansıtır zombileriyle. Day of the Dead’de fabrika ayarlarından kurtulmayı başararak zombileri aracılığıyla insan doğasını gözler önüne serer, Diary of the Dead’de ise başlı başına bir medya eleştirisidir.
Gelelim esas konumuza: The Walking Dead’inzombilerinin neden orada olduğuna. Net bir dolaysız temsil okuması yapmak zor Yürüyenler için. Her şeyden önce insana reset atmak adına, medeniyeti yıkmak için, insanı en doğal haline döndürmek için bir araç niteliğindeler. The Walking Dead’in derdi de sıkıntısı da asla zombileri değil, hep insanları. Post-apokaliptik ortamda, medeniyetin aşırı korumacı düzen takıntısının kabuğunun kırıldığı yerde insanın neye dönüşebileceğini en yalın haliyle göstermek için birer araç. Başlı başlarına birer sembol olmaktan ya da çatışma yaratmak için insanın karşısında konumlandırılmaktan çok, bir ayna görevi görmek için oradalar. İnsanın dönüştüğü şey değil, zaten olduğu şeyi göstermesi açısından da öncüllerinden farklı kabul edilebilir. İlk sezonun sonundaki doktorun “Hastalık içimizde, hepimizde,” açıklamasıyla ya da 4. Sezon finalinde Rick’in yanındakini boğazından ısırmasıyla anlattığı şey tam da buydu aslında. Rick’in ilk zombi gördüğü sahnelerden birinde kolları bacakları kesik, Rick karşısında, insan karşısında fazlasıyla aciz bir yürüyenle karşılaşması da tesadüf değil. Kötülük skalasında insanın yanına bir büyüktür işareti koyabilmek için TWD’ninzombileri. Yeni dünya için bir sebep, ama asla bir sonuç değil, bu evrenin sebebi de sonucu da insanlar çünkü. “Bizi insan yapan nedir?” gibi bir derdi bile yok çoğu zaman, insan çoktan zombiye dönüşmüş durumda çünkü, hatta daha da kötü; gerçek düşman, korkulacak gerçek tehlike. Neredeyse klasik temsillerin aksine fantastik yaratığıyla insanın yerini değiştirmeye çalışan bir yapım. Kötüler Romero’da genelde gördüğümüz üzere yaşayan ölüler değil ya da Terminatör örneğinde rastladığımız şekilde hem araç hem amaç olmaktan da uzak. Ancak beklenmeyen bir amaca hizmet etmesi,çaktırmadan bize kendimizi sorgulamamıza olanak vermesi ve sadece bunu yapmaya çalışmasıyla bile kayda değer bir kullanım olduğu kesin. Başarıp başaramadıkları çoğu zaman tartışmalı olsa da.