Geçtiğimiz hafta Bakanlar Kurulu, Birleşik Metal İşçileri Sendikası'nın toplu sözleşme görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine 29 Ocak’ta başladıkları grevi 60 gün erteledi. Çalışan bir insan olarak binlerce işçinin durumunu ve haklarını ilgilendiren bu konudaki gelişmeleri ilgiyle takip ediyorum. Benim ana ilgi alanım televizyon. Bu yüzden, milli güvenliği bozacak nitelikte görülen işçilerin, temel hakları ve yaşamları yerli dizilerimizde nasıl portre ediliyor diye bakmak istedim.
Çok zorlandığımı söylemem gerek. Haberlerde bile işçi sınıfını ilgilendiren konuları etraflıca görmek mümkün değilken, dizileri ince ince taramam gerekti. Çünkü açık ve net biçimde işçilere odaklanan diziler az. Öte yandan yok da değil. Perihan Mağden geçtiğimiz pazar yayınlanan “Türkler Eğlenmek İstiyor” başlıklı yazısında Bu Tarz Benim gibi programların hayatımıza girmesinin doğrultusunda halkımızın eğlenmek istediğini, fazla dert tasa aramadığını vurguladı. Buna kısmen katılıyorum. Ancak, son dönemde reyting panelinin değişmesiyle birlikte, ekranlarda başka havalar esmeye başladı. İzlenme oranı yeniden tasarlanıp, denek yapısı değişince, hayatımıza bugüne kadar alışık olduğumuz gelenekten daha farklı söylemleri olan yapımlar da girdi. TRT1’de Diriliş, Filinta gibi diziler fırtınalar estiriyor. Başka hülyalar peşinde koşuyorlar.
90’ların sonu -2000’lerin başına kadar dizilerde mavi yakalı karakterlere nadir yer verilirken, beyaz yakalılara bol miktarda rastlamak mümkündü. Binbir Gece, Bir İstanbul Masalı gibi diziler sevilerek izleniyordu. Televizyon, eğlendirme üzerine yoğunlaştığı için, abartılmış karakterlerle dolduruldu. Günlük mücadeleden uzak, istediğini her koşulda elde eden karakterler egemendi. Yönetici, şef, müdür gibi insanların egemenliğindeki ekranlar biz izleyicilere de normun ne olduğunu bir anlamda gösteriyordu. İlle plazalar olacak, kadınlar topuklu ayakkabı, erkekler takım elbise giyecek, döner kapılar, asansörler, kapıda şirket arabaları. Toplantı, toplantı, toplantı. Gürültülü, yağlı, kimyasallı, tehlikeli fabrika, inşaat, tersane gibi ortamlara pek girilmeyen, buraların uzaktan yönetildiği bir dünya vardı. Dolaylı olarak da orta sınıfın çoğunlukta olduğu ve neredeyse işçi sınıfının olmadığı gibi bir algı da vardı.
Hâlbuki ben ve çalışma hayatına başladığım arkadaşlarım bir yandan bu dizileri izlerken, bir yandan da gerçek hayatlarımızda, yıllardır çalışıp çalışıp yine aynı parayı alıyorduk, alım gücümüz giderek düşüyor, maaşlarımız kuşa dönüyor, ekonomik krizler, yeniden yapılanmalar sebebiyle kapının önüne konulup duruyorduk ve haliyle epey tadımız kaçıyordu. Kendimizi pek ayrı tuttuğumuz, görmezden geldiğimiz mavi yakalılardan aslında hiç farkımız olmadığını, hepimizin aynı safta yer aldığını da işte bu zamanlarda anladık.
Son bir yılda yayınlanan ve ilgi çeken dizilere baktığımda ise tabloda bir değişiklik görüyorum. Doğrudan işaret edilmese de, yeni yapımlar sanki işçi sınıfının dertlerine, hayatına daha çok yer veriyor. Mavi yakalılar birbirine destek olan, genelde “iyi” karakterler olarak gösterilirken, zenginler sevilmeyen, birbirinin kuyusunu kazan, “kötü” ya da mutsuz karakterler olarak yansıtılıyor. Sınıflar arasındaki karşıtlık ise, paranın mutluluk satın alamayacağını anlatmak üzere kuruluyor. Bunu senaryo yazarları bilinçli olarak yapmıyor tahminen, yapımların bir kısmı da uyarlama zaten ama böyle de bir durum var.