5. Vasattan hoşlanmayan ve zor beğenen izleyiciler için polisiye klişelerinden tamamen azade bir polisiye seyretme imkanı.
Dizinin ana ekseni alışılageldiği üzere iyi-kötü mücadelesi değil birey-toplum çatışması. Suçlular ve polisler keskin ahlaki ayrımlarla birbirinden farklılaştırılmıyor. Mc Nulty, Buck, Greggs, Bubbles, Omar, Barksdale, Stringer gibi son derece çekici karakterlere sahip olsa da izleyiciye bunların hiçbirine bağlanma imkanı vermiyor. Sözgelimi olay örgüsünü başlatan dedektif McNulty dördüncü sezonda gözden uzaklaştırılıyor ve hikayenin merkezine ergenlik çağındaki bir grup siyahi ortaokul talebesi alınıyor.
Temelde bir dedektif hikayesi olmasına rağmen gizem veya merak uyandırma kaygısı gütmüyor. Daha en baştan suç ve suçluya dair her şeyi gözümüzün önüne koyuyor. Amerikan polisiye klişelerinin hiçbirini kullanmaya tenezzül etmiyor. En zor hallerde bile nüktedan olabilen iyi ve güçlü polisler, kötü yaradılışlı suçlular, tantanalı takip ve kovalamaca sahneleri veya görkemli baskınlar ve silahlı çatışmalar yok. Ele alınan hiçbir konu nihai bir çözüme hatta birazcık rahatlatıcı bir sona bile ulaştırılmıyor. Anlatıcı soğuk ve aldırışsız tavrından hiç taviz vermiyor; bizden bir tabirle izleyiciyi pek de adam yerine koymuyor. Fakat aynı zamanda hiçbir çaba sarf etmeden sevimli, ironik ve komik olmayı da becerebiliyor. Sabredip seyredebilenler biraz da bu yüzden hemen bağımlısı haline geliyor.
The Wire baştan sona ziyadesiyle karamsar bir öykü olsa da kahramanlarının insanın içini ısıtan bir gerçekliği ve harbiliği var. Bubbles, Mc Nulty, Omar, Stringer, Barksdale. Hepsi kendi yanlışlarının farkında. Hepsi kaçınılmaz sonu görüyor ve yenileceğini biliyor. Buna rağmen kimse vazgeçmiyor. Hepimiz gibi.