4. Görsel roman okumak değil televizyonda ilginç birşey seyretmek istiyorum diyenler için tekrarı veya benzeri olmayacak bir temaşa.
Dizinin yaratıcısı David Simon’ın da dediği gibi “Bugünkü şartlarda televizyonda böyle bir iş yapılamaz.” Bunu söylerken kendi eserini övmek gibi bir derdi yok. Günümüz medyasındaki üretim şartlarına dair dürüst bir tespit yapıyor. “Çocuğu sağlıklı beslemek için masasına sebze ve patates koyarsınız ama o sizden dondurma ister. Seyirci de böyledir.” Televizyon izleyicisine dair başka bir tespiti.
David Simon konu ettiği hikayenin çekirdeğinden yetişen bir yapımcı. Senaristliğe başlamadan önce Baltimore Sun gazetesinde uzun yıllar polis muhabirliği yapmış. Ekibin bir diğer yazarı Ed Burns de eski bir cinayet masası dedektifi. Dizinin baş ve değişmez kahramanı Baltimore kenti olsa da şehrin görkemli ofis binalarıyla bezeli siluetini bir kere bile göremiyoruz. O zamanın belediye başkanı Sheila Dixon her fırsatta dizideki Baltimore imajının aşırı negatif olmasından şikayet ediyormuş. Hatta “Biz siyasetçiler dizideki kadar kötü insanlar olsak şehir çoktan batardı,” demiş. O belediye başkanı birkaç sene sonra yolsuzluk ve görevi suistimal suçlarından mahkum edildi. Gene o yıllarda New York’ta mahkemeye çıkarılan bir uyuşturucu çetesinin mensupları polisin izleme taktiklerini öğrenebilmek için The Wire’ı hiç kaçırmadıklarını itiraf etmişti. Yani o kadar gerçekçi ve cüretli bir üslubu var ki Amerikalılar bile kendi yurtlarında ve ana dillerinde çekilen bu dizinin ilk sezonunu altyazıyla seyrediyor.