ARAF VE SENDEN BANA KALAN
13 yaşında aldığı Altın Koza ödülünden sonra Yeşim Ustaoğlu’nun yönetiminde oynadığı Araf’la Adana’dan ikinci ödülü, ayrıca Moskova ve Tokyo festivallerinde kadın oyuncu ödüllerini kazanıyor. Filmi izlediyseniz bilirsiniz, Araf’ın büyük ihtimal ödülü de getiren çok kritik, irkiltici bir sahnesi var, işte bu gördüğünüz güzelim Neslihan o sahnede sanki bir Japon korku filminde gibi görünüyor. Tabii bu görüntü makyajla, göz altlarını çökerterek, yüzüne gölgeler atarak sağlanmış. Farkındaysanız, yine Japon diyorum. Niye? Çünkü gözler çekik. Hem bir tek ben de değilmişim onu Uzak Doğu’luya benzeten. Çocukken arkadaşları hep “Japon! Japon!” diye dalga geçerlermiş, garibim de hiçbir şey anlamaz, aynada kendini incelermiş, “Niye bana böyle diyorlar acaba?” diye. “Büyüyünce algıladım gözlerimin çekik olduğunu. Babam Çerkez, annem Beyaz Rus kökenli, oradan geliyor herhalde,” diyor.
Araf’tan sonraki filmi Senden Bana Kalan’da, Ekin Koç’la başrolleri paylaşıyordu. Filmin hemen başında belli olduğu üzre çok çok az ömrü kalan ama neşesinden ve muzipliğinden hiçbir şey kaybetmeyen bir genç kızı canlandırıyor filmde. Sinema filan konuşmaya başlayınca, Yeditepe Tiyatro bölümünü kazanmış ve öğrenimini dondurmuş olduğunu da duyunca klişe soru geliyor tabii benden, tiyatro mu, sinema mı, hangisi daha önde diye. Cevap çok net: “Ben kamerayı seviyorum. Görüntü yönetmeniyle kurulan o lişkiyi seviyorum. Kendimi kamera önünde konumlandırıyorum. Tabii bu demek değil ki tiyatroyu sevmiyorum; giderim, izlerim, büyük saygım var ama beni çeken sinema oldu, sinemanın peşinden gittim hep.” Kim ki Duk, Almodovar, Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim çalışmak istediği yönetmenler arasında.
TELEVİZYON DÜNYASI
Okey. Peki ya diziler? “Biz her hafta 150 dakikalık bir bölüm çekiyoruz, bu senaryodan 15- 20 sayfa demek. Bir sinema filmi bir buçuk- iki ayda, hatta mevsimleri göstermek gerekiyorsa bazen bir yıla yayılarak bitebiliyor. Günde üç sayfa çekiliyor. 15-20 sayfa çekmek demek, her şeyi hızlı yapmak zorunda olmak demek. Elimizdeki en kıymetli şey zaman oysa.” Doğru, fakat oyunculara hele günümüzde bu ünü ve “değeri” de herkesin evinde bulunan televizyon sağlamıyor mu? “Tabii. Ben zaten televizyonu kötülemiyorum ki, sadece kıyaslama yapıyorum. Sinema filmi oyuncuya zaman konusunda cömert davranırken, maalesef para kazandırmıyor. İşimi seviyorum ben. Çok yorucu, özellikle kamera arkasında çalışanlar için fazla yorucu ama şunu söyleyebilirim, bütün bu yerli dizi yersiz uzun tartışmalarına rağmen, saat 20:00’da başlayan dizi 24:00’da bitince izleyicinin üzüldüğünü de biliyorum. İşte bu ortamda ekibin sinerjisi, işin aksamadan devam etmesini sağlıyor. İyi bir iş, iyi bir ekip, iyi bir yapım şirketi, iyi kazanç, iyi kanal. Herkesin televizyonda olmak istediği bir zamanda bunlar çok önemli.”
Çekime ara verildiği sırada yemeklerimizi alıp çekildiğimiz odadaki sohbetimiz bitiyor, hatta lafı epey uzatmışız da. Pırıltılı giysilerin öne çıktığı çekime devam etmek üzere aşağı iniyor Neslihan. İnerken, masadaki tabakları ve bardakları toplayıp alıveriyor. “Bari bardakları ben alsaydım,” diyorum ama aşağı inmiş bile. Stüdyodan ayrılırken içimden, bu pozitif enerjili, çok güzel gülen, pırıl pırıl ve aşık genç kadının en büyük dileğinin gerçek olmasını ben de canı gönülden diliyorum: “Allah iyi insanlarla karşılaştırsın hep beni. Kalbi kirli insanlarla baş etmek çok zor.”