Yine yılın Pirelli Takvimi zamanı gelmişti. Bu yıl hangi ünlü fotoğrafçının hangi tema doğrultusunda çalıştığı açıklanmış, Peter Lindbergh’in 14 ünlü kadını makyajsız ve doğal halleriyle çektiğini öğrenmiştik. Niyeyse, dergiciliğe ilk başladığım yıllarda (80’lerde yani) ünlülerin fotoğrafçısı olarak ün yapan Erol Atar geldi aklıma. Daha sonra Erol Atar bu ünvanı fotoşop kralı Nihat Odabaşı’na devretmiş, yazılı basında yer alan bütün ünlüler fotoğraflarını Nihat Odabaşı’na çektirir olmuştu. Ünlülerin tarzlarıyla beraber kapısında kuyruk oldukları fotoğrafçılar da değişti zamanla… Eskiden onları sadece gazinolarda, dergi sayfalarında görmek mümkünken özel kanallar, diziler ve ardından sosyal medya derken ekran aracılığıyla evlerin içine kadar girdiler. Şimdi kim var acaba fotoğraf çektirdikleri diye düşünürken bir farkettim ki, yıllardır Muhsin Akgün’de bu ‘ünlüler fotoğrafçısı’ ünvanı. Bizim Muhsin’de yani. ‘Bizim’ çünkü, işe ilk başladığından beri tanıdığım, bir süre beraber çalıştığım halen de her fırsatta görüştüğüm Muhsin Akgün o. Doğum günleri, özel günler vs gibi arkadaşların bir araya geldiği (ve mutlaka Muhsin’in elinden bir selfie’yle sona eren) zamanlar dışında da hangi konsere, sergiye, açılışa vs gitsek Muhsin’le mutlaka karşılaşırız. Oradadır hep. Herhalde tam da bu yüzden bunca zamandır aklıma gelmemiş Muhsin’le enine boyuna konuşup hem onu daha yakından tanımak hem de başkalarına tanıtmak. İnsan en yakınındakilere özensiz davranır ya.. Bu haksızlığa hemen son vermek ve Muhsin’le şöyle güzel bir sohbet yapmak istedim. Zamanı gelmiş de geçiyormuş bile..
Muhsin Akgün, fotoğrafçılığı bir meslek olarak kafasına koyduğu günden beri sadece ünlülerle çalışıyor. Kibirinden değil, işi bunu gerektirdiği için öyle olmuş. Ünlüler deyince dizi ve sinema oyuncuları anlaşılmasın lütfen, edebiyatçılar, sahne sanatçıları, müzisyenler… hepsi objektifinin önüne geçiyor. İlk gazete işlerinden biri Yaşar Kemal fotoğrafı çekmek olan gencecik bir muhabir ne yapabilir ki başka?
“Benim fotoğraf anlayışım mükemmeliyetçilikten geçiyor,” diyor Muhsin. “Ayrıca her isimle de çalışamam, hatta bir itiraf, erkeklerle çalışmayı çok tercih etmem☺ Ancak, hikayesi olan suratlar gelirse karşıma, mesele yok.” Ne demek yani hikayesi olan suratlar? “Fotoşopta yapılmayacak şey yok. Başka bir karedeki kolu alır bir fotoğrafa monte edebiliriz, hatta insanın gözünün tekini bile başka bir kareden elimizdekine nakledebiliriz. Yapamayacağımız tek şey, bakışlardaki anlam. Onu hiçbir şekilde biz yapamayız işte. Bakışlarda yalan varsa, ben ne yaparsam yapayım, o insanın sahteliği saklanamaz. İyi bir oyuncu nasıl bakacağını bilir zaten.” Kendisi mükemmel bir fotoğraf malzemesi aslında. Kemikli bir yüz, dalgalı saçlar… Çocukluğumun cep fotoromanlarındaki İtalyan yıldızlar gibi. Ama sorumlu olduğu selfielere bir gözü ya giriyor ya girmiyor, o kadar da saklar kendini. O halde Muhsin’i makul bir saatte, sessiz bir ortamda bulmuşken filmi geri saralım, benim de hiç bilmediğim kısımlara, her şeyin nasıl başladığına dönelim.