30 Degrees in February (30 Grader i Februari)
Bir uçağa atlayıp karı, soğuğu arkada bırakmak, bir günde kışı yaza çevirmek mümkün ve sırf bu ihtimal bile Tayland’ı dünyanın en cazip tatil yerlerinden biri haline getiriyor. “Kış ortasında yazı yaşamak” elbette kum, güneş, deniz, parmak arası terlikten çok daha fazlasını vaat eden bir rüya. Mesela dünya erkeklerinin büyük bir kısmının Tayland’a bu kadar rağbet etmesinin havasıyla suyuyla pek alakasının olmadığı sır değil ama işin o kısmı bile sadece o kısmından ibaret değil. Dünyanın her yerinden, her yıl coşkuyla Tayland’a akan turistlerin çoğu için burası, hayatlarında eksikliğini hissettikleri, aradıkları, tamah ettikleri ya da bir türlü doyamadıkları şey her neyse onu, üstelik “ucuza” bulabilecekleri bir egzotik cennet. Acaba kazın ayağı öyle mi? Mevsim değişir, yaz olur tamam ama yalnızlık, mutsuzluk, kaygılar, pişmanlıklar da arkada bırakılabilir mi? Dolandırılma, soyulma, taze hindistan cevizi yemeye giderken evdeki portakaldan da olma ihtimali cennet paketine dahil mi? Peki dünyanın karpuz görmüş sinek gibi mutluluk, haz peşinde akın ettiği bu yerin esas sahiplerinin gülen yüzlerinin arkasında yatan dramları? 30 Degrees in February (Şubat’ta 30 Derece) İsveç’in karlarından Tayland’ın kızgın kumlarına koşan bir grup İsveçli’nin hikâyeleri aracılığıyla işte bu soruların yanıtını arıyor.
On bölümlük ilk sezonu 2012’de İsveç ve Finlandiya’da, 2015’te İngiltere’de (Sky Arts) yayınlanan dizinin ikinci sezonu 2016’da başlayacak. İlk sezonuyla şahsi “Unutulmazlar” listeme dahil oldu. Bunda yaz tatili ıskalanmış yorucu, stresli iki yılın ardından kendime ödül olarak bu Mart başında iki haftalık bir Tayland tatili vermemden hemen sonra tavsiye üzerine diziyi izlemiş olmamın payı var elbette. Ama Tayland’ı yakın zamanda görmemiş olsam da hem görsel hem de dramatik açıdan her bölümü bir film lezzetindeki bu diziyi severdim, eminim.
Her yıl daha çok sayıda İsveçli, tatil yeri olarak Tayland’ı seçiyor. İsveç nüfusunun yarısından fazlasının hayatlarında en az bir kez Tayland’ı görmüş olduğu söyleniyor. Bir diziye konu olabilecek derecede bir “Benim Tayland’ım” mevzuu var yani İsveç’te. Dünyanın refah düzeyi en yüksek ülkelerinden birinin insanlarının sadece güneşi, kumsalı değil mutluluğu da bu fakir ama sıcacık ülkede aramalarındaki ironi hakikaten çarpıcı. Dizi, ortak teması mutluluğun peşine düşmek olan, paralel ilerleyen üç hikâye içeriyor. Benim en ilginç bulduğum, tekerlekli sandalyesinde bile ölümüne tacizci, baş belası, kötücül ruhlu, eski pilot eşine rağmen Tayland tatilinde biraz olsun huzur, özgürlük bulmak isteyen Majlis’in hikayesi olduysa da diğer iki hikâye de çok iyi. Genç bir Thai kadınla evlenip birkaç çocuk sahibi olmayı hayal eden sevgiye aç, obez ve sevimli İsveçli mühendisin Tayland’ın üçüncü cinsiyeti olarak adlandırılan bir ladyboy’la yaşadığı aşk mesela, bir dizide kolay kolay rastlamayacağınız kadar ayrıksı ve dokunaklı… Stresli çalışma hayatı nedeniyle geçirdiği felcin ardından iki kızıyla “Mutluluk” adlı bir küçük adada, tüm olumsuz koşullara rağmen yeni bir yaşam kurmak için delice bir uğraş veren aşırı hırslı mimar annenin hikâyesi de öyle… Kara mizahla insan sevgisinin tatlı bir dengesi, bu yürek paralayıcı hikâyeleri, karakterleri yargılamaksızın farklı yönleriyle ortaya koyarak, hayatınıza da ışık tutacak bir mesafeden izlemenizi sağlıyor. Dizinin teması Kavafis’in “yeni bir ülke bulamazsın/ Başka bir deniz bulamazsın…” dizelerini kanıtlar cinsten olsa da, hikâyeler tahmin edilebilirliklerine inat, hayat kadar şaşırtıcı detaylarla güçleniyor, gerçeklik kazanıyor. Her anlamda farklı bir dizi arayanlara hararetle önerilir.