7. Aynı orijinal dizide olduğu gibi, Altındağlı’da da Ekrem annesini huzurevine yatırmaya çalışıyor. Ve annesi de çıngar çıkarıyor. İyi de Türkiye’de bir mafya babasını bıraktım, geleneksel herhangi hali vakti yerinde birinin annesini huzurevine koyduğunu düşünebiliyor musunuz? Olmaz. Bakıcı tutulur, yakında ev açılır ama huzurevine yatırılmaz. Bu, tam Amerika’ya özgü bir şey. FakatAltındağlı’nın yapımcıları bu gibi bir detayda bile inisiyatif kullanmamışlar. (Aynı sorun, Ekrem’in çetesine ait gece kulübünde de var. Türkiye’de bu gibi adamlar pavyon sahibi olur; Altındağlı çetesi ise 1973 Yeşilçam filmlerinden kalma bir disko işletiyor. Bu satırları yazarken ev çok soğuk; üstümde dört beş katman var; ben bile o diskonun sahnesinde dans eden kızların yanında çıplak sayılırım.)
8. Altındağlı’nın ilk bölümü de The Sopranos’un ilk bölümü gibi, Ankaralı Tony Ekrem’in herkesi mutlu edebilmek için kötü bir işi organize etmesiyle son buluyor. Fazla spoiler vermek istemiyorum ama burası Türkiye kardeşim. Eğer ki Ankaralı Tony yapmak zorunda hissettiği işi yapmasa ve hısım hasmı kafasına koyduğunu gerçekleştirse bile mekanın popülerliğini etkilemez. Yoda gibi konuştum be…
9. The Sopranos’un en eğlenceli detaylarından biri yanlış telaffuzlardır. Ne de olsa karakterler iyi eğitim görmemiş, toplumun alt tabakasından gelen insanlar. Mesela ilk bölümde Tony, “Herkes beni Hannibal Lecter sanıyor,” diyeceğine “Herkes beni Hannibal Lecture (İngilizce ders, konuşma) sanıyor,” der. Aynı bölümde annesini Green Grove adlı bir huzurevine yatırmak istediğini psikiyatrına söyler; o da “Orası huzurevi değil Cap d'Antibes’de bir otel gibi,” der. Tony daha sonra huzurevi fikrini annesine satmaya çalışırken bu lafı hatırlar ama yanlış hatırlar ve der ki: “Orası huzurevinden çok Kaptan Tibs’deki bir otele benziyor.” Annesi: “O kimmiş?”Bu gibi hoşlukların tercümesi imkânsız ama kafa yorup Türkçe’deki bu gibi hatalar kullanılmamış. Kimse bilakisle bilhassayı bile karıştırmıyor.
10. The Sopranos, mafya dizisi gibi görünerek, genelde kapitalizm özeldeyse Amerikan Rüyası’nın tezatlarını göz önüne sunar. Aynı şekilde bunlara bağlı olarak modern insanın tatminsizliğini işler. Tony, sadece yanlış zamanda doğduğunu düşünmez (ki Altındağlı sadece buna odaklanmış); ayrıca iyi geçen bir dönemin en sonunda dünyaya geldiği kanısındadır. Bu ek şikayet, trajedisinin katlanmasına sebep olur.
Tony Soprano’nun karakterinin merkezinde “akrep ve kurbağa” fablı yatar. Hatırlarsınız. Kurbağa nehrin kenarında bir akrebe rast gelir. Akrep, karşıya geçmek istediğinden kurbağadan onu karşı tarafa kadar sırtında taşımasını rica eder. Kurbağa der ki, “Olur mu ya; sen akrepsin; karşıya geçince beni sokarsın.” Akrep “Hayır,” der “Söz veriyorum sokmayacağım; beni karşıya geçir yeter.” Kurbağa buna inanır, akrebi karşıya geçirir, akrep ayaklarını kıyıya atmaya görsün, hemen kurbağayı sokar. Kurbağa son nefesinde sorar: “Söz vermiştin; niye soktun?” “Ne yapayım,” der akrep, “Bu benim doğamda var.” Böyle bir derinlik Altındağlı’da yok.
Orada Olmayan Adam’a geri dönelim isterseniz. Ne diyordu piyano öğretmeni: “Kız notaları çalmayı biliyor, müziği değil.” Altındağlı ne notaları ne de müziği çalmayı biliyor. O da yetmezmiş gibi, piyanoyu kırıyor, notaları da yakıyor. Beklediğiniz ve tahmin ettiğiniz kadar kötü bir dizi.
ÖZEL
Altındağlı ve The Sopranos Arasındaki 10 Fark