Diziyi özel kılan etkenlerden biri de bütün bu olay örgüsünü, aksiyonun ve kaosun içinde karakterlerine bu tür konuları tartıştırmaya zaman ayırabilmesi. Zulmün hüküm sürdüğü ve bizzat o zulme hükmediyor olmaları müsebbibiyle herkesten daha suçlu asilleri izlerken Tyrion’a hayran kalmamak elde değil bazen. Halbuki fiziksel deformasyonu ve bu deformasyon yüzünden hayatı boyunca hem de en yakınındakiler tarafından aşağılamalara maruz kalan birinin psikolojisini ailesinin gücüyle birleştirdiğimizde en zalimin o olması beklenirdi. Ama GoT tamamen bu tür klişelerin karşısında işte. Hizdahr ölmeden bize Tyrion’la oldukça iyi bir diyalog yaşattığı için şanslıyız, yoksa hiçbir işe yaramadan ölmüş olacaktı.
Dany’nin karakter yolculuğunu ve kadınlığa geçişini tamamlamış olduğunu söyleyebiliriz. Zincirleyemediği tek ejderhasını sürmeye başlayabilmesi, zincirleyemediği tek şeyine, içgüdülerine güven duyması anlamına gelebilir. Ya da ejderha sürmenin dünyanın en cool şeylerinden biri olduğuna. Dany’nin bütün Meereen deneyimi de tam olarak bununla ilgiliydi aslında: iktidar sahibi olduktan sonra bunu nasıl güce dönüştüreceğiyle. Bir kez olsun umutsuzluk anında fantastik bir yardım, tam manasıyla bir deus ex machina yardıma geldi. Ejderha sahnesinden bahsederken 8. bölümü de anmamak olmaz, her iki bölümün de son sahnelerinin fantezi boyutunu zorlayan elementlere, dizinin belki de en önemli iki gücüne; Ak Gezenlere ve ejderhalara ayrıldığını hatırlatmak lazım. Dany ejderhasıyla havada süzülürken arkadaşlarını da maskeli manyakların arasına bırakıp kaçtı, orasını hiç anlamadım.
Gelelim bölümün en tartışılan karakterine, Stannis Baratheon’a. Ned Stark sonrası dizinin ahlaki merkezi olan, saçmalığa asla prim vermeyen hatta Tommen’ın ve Joffrey’nin piç olmasıyla Westeros vesayet kuralları gereği tahtın “sahici” sahibi olan gerçek Kral Stannis’e. Stannis Duvar’a çıkıp Duvar’ı yabanıl saldırısından kurtardığında, Karasu’da yenik düşerken bile mücadelesine devam ettiğinde ya da kızına sıcak bir şekilde sarılıp kabuğunu kırdığında herkesin dizinin gerçek kahramanı gözüyle baktığı karakterdi.
Bu noktada tam da o sahneyi hatırlamak gerek Game of Thrones’un kodlarını bir kez daha masaya yatırabilmek açısından. Game of Thrones ufacık sahnelerle, kısa bakışmalarla, üç cümlelik diyaloglarla seyircisine yem atan ve o yemlerle bir taka dolusu balık toplayabilen bir dizi. Stannis’in kızına sarılmasını ve o sahnedeki diyaloğun meyvesini topluyorlar şimdi de, hem de biz o sahneyi Stannis sonunda karakter kazandı diye övmüşken.
Halbuki Stannis bizim düşündüğümüz gibi Aragornvari bir beyaz atı üstünde koşup bütün diyarı kurtaran “gerçek kral” değil. Burada kahramanlara, etiğe, ahlaka ve daha birçok erdem diye kodlandırıldığımız şeye yer yok, hiçbir zaman olmadı. Evet Stannis biricik kızı Shireen’ı yakarken bir yerlerden biri çıkıp kurtaracak ya da Stannis’in kalbindeki buz çözülecek diye beklememek elde değil, ama asla o mutluluğu yaşatmıyor dizi bize, çünkü gerçek hayatta da sağımızda solumuzda da böyle zaferler yok. Stannis beklediğimiz kahraman değil, sadece ve sadece bir insan. Olanca tutkusuyla, iktidar hırsıyla, güce tapmasıyla, günahlarıyla, arzularıyla, kızını yakmasıyla en kötüsü de insanlığıyla.
Senin gibi, benim gibi, bizim gibi.