George RR Martin ise Tolkien’in elleriyle inşa ettiği tüm güzellikleri ve tüm klişeleri tek başına yıkmak için yola çıkmış, yel değirmenleriyle çarpışan bir şövalye. İşin garibi Martin’in yel değirmenleri gerçekten canavar. Ne dümdüz beyazlar var onun hikâyesinde, ne kefareti hak eden griler, ne de alabildiğine siyahlar. Dolayısıyla kimse için son dakika kurtuluşu da yok, gerçek krallar da.
Bir türlü gitmeyenle ya da belki de hiç olmamışla başlayalım: Dorne’la. Game of Thrones’un teknik olarak becerebildiği en önemli işlerden biri minimal ekran zamanında karakter kurabilmek. Geçtiğimiz sezonun ilk bölümündeki Oberyn sahnelerini hatırlayın örneğin, takribi beş dakikada nasıl bir karakterle karşı karşıya olduğumuzu anlamıştık. Oberyn’in kızları Kum Yılanları ise beş dakikayı çoktan aşmış olmalarına rağmen agresif ve psikopat biraz da sosyopat olmaları dışında herhangi bir şey sunmadı bize, aynı her daim atarlı Ellaria gibi. En azından Doran’ın karakterine biraz daha giriş yapabildik. Dorne’la ilgili tek Game of Thrones kalitesine ulaşan diyalog Jaime’nin kızıyla kızının üşümesi üstünden bağ kurmaya çalışmasıydı.