“Senin kalbin yok mu abi? Sen bunu bize nasıl yaparsın?” Ömer, Hüseyin’e bir yandan vurup, bir yandan ağlarken aslında hissettiği öfkeden çok acıydı. Çünkü buna yapılabilecek başka bir şey yoktu. Düşünsenize ağabeyiniz, her şeyden çok sevdiğiniz insan belki de baba bildiğiniz adam size bunu yapıyor. “Senin kalbin yok mu, taş mı taşıyorsun sen?” dediğinde, isyanını bir kez daha haykırdığında ise kalben ve ruhen tamamen bitmişti. Kısacası Hüseyin’ciğim ellerine sağlık (!), yaşarken Ömer’i öldürdün. Sevgili kardeşim, canım- kanım diyen Hüseyin’in gerçek yüzü ortaya çıkmıştı. “Pişmanım Ömer, elime bir kez daha fırsat geçse…” diyordu da bu neye çareydi? Bir de araya ortamı yumuşatmak için Elif meselesini sıkıştırdın ya, bu ne yüzsüzlük be Hüseyin! Yaklaşık dört dakikadır ara vermeden devam eden sahne içime işlemedi mi? Deli gibi işledi! Hele Ömer’in Hüseyin’in kafasına silahı dayadığı sahne... Bakın bu saf bir acının insanın hareketlerine etki etmesidir, başka bir şey değildir. Ama o saf acının yanında kader denen bir şey vardır bir de, bir bakarsın sen silahı ateşleyecekken, bir tabur adam gelmiş binmiş tepene! Tayyar Dündar’ın adamları şak diye aldı götürdü Hüseyin’i, Ömer şaşkın ve tamamen bitmiş halde olanları izledi. Bu sırada unutmamak gerekir ki Nilüfer de kardeş evine geri döndü. Aslı’nın yoğun tepkisi (kız haklı kendine göre gerçi) bir yana, Elif sorgulayan gözlerle bakıyordu. Ben bölümün temasının kardeşlik olduğunu düşünüyorum, siz ne dersiniz? Kardeşlik + Tayyar Dündar da diyebiliriz. Zira Hüseyin’i ülkeden çıkarmak yani kaçırmak için resmen paraladığı için kendisi, olayların tam ortasında! Konunun özüne dönersek, Metin ve Mert arasında da bir kardeşlik durumu olur mu acaba? Ne de olsa düşman ortak, Tayyar Dündar!