Tabii ki Begüm yine içiyordu.
Begüm hep içiyordu.
İçmese und Poyraz’ın evinde sabahlayıp o belgeyi bulmasa ve onun odasına girmesek okuduğu kitapları görür müydük? Kitapları görmesek dizinin bu kadar edebiyat göndermesini fark eder miydik?
Bazı şeyler benim açımdan iyi ki oldu. O odada Pınar Kür’den Yarın Yarın’ı, komodinin üzerinde de Ece Temelkuran’dan Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ı gördük. İkisi de esaslı hikâyeler, lafı açılmışken tavsiye de ederim yani. Unutmadan, Ayşegül’ün girdiği hapishane koğuşunda da Yunus Emre Divanı’nı gördük, bir mahkûm Ayşegül’e okuması için uzatıverdi. Buraya yeniden döneceğim, şimdi Begüm için birkaç cümle kurayım.
Begüm, yediği nane damağına yapışmış olacak ki, nanenin özünden gelen acısını yeni fark etti. Poyraz’ın veda için geldiği andaki görünüşü, tastamam Begüm’ün içine dokundu. Ağlamamak için kendini zor tuttu. Bütün o çevirdiği dolaplar için belki küçük bir parça pişmanlık duydu. Begüm, küçük kırıklıklarından birini daha hatalarını fark ettiği anda sırtlandı.
Şimdiden sonra, yineleyelim Poyraz’a bir şey olmazsa ki olmayacak, biraz daha temkinli hareket edebilir. Kendini birkaç adım geride tutup ne yapması gerektiğini düşünmeye başlayabilir. Tabii içmezse. Ama bana sorarsanız, içsin! İçsin, içsin, içsin! Şerefe!