Yaptığınız işte en iyisi olmak için belli bir hırs seviyesini çoktan aşmış olmanız gerekir. Yetenek, çalışma, uygun ortam gibi faktörler de etkili elbet ama hepsinin getirdiği belli kısıtlar var. O kısıtların aşılmasını sağlayan şey ise o işe duyduğun tutku, herkesi geçme arzusunun tezahürü, ihtiras ve hırs; yani insanı insan yapan birçok şey.
Ben Michael Jordan’ı izleyerek büyüdüm. Önüne çıkan engelleri bir bir aşarken en büyük arzusu “Yapamaz,” diyenleri haksız çıkarmaktı. Yeteneğinin ve vücudunun kendisini sınırladığı yerlerde o ihtirasa tutunur, kendisine motivasyon yaratır, iradesiyle engelleri aşardı. Eşi benzeri olmayan bir hırs, rakipsiz bir en iyi olma arzusu.
En iyi olma hırsı her zaman doğru sonucu doğurmuyor, o hırsı kontrol altında tutabilmek ve doğru zamanda doğru yerde açığa çıkarıp kanalize edebilmek de önemli erdemler. Game of Thrones televizyon dünyasına adım atarken yapımcıların en büyük amacı daha önce gerçekleştirilmemiş olanı yapmaktı, devasa bir destanı ufacık televizyon ekranına sıkıştırmak, sıkıştırdıkları yerden patlatmak ve tarihe geçmek.
Bu arzuyla yola çıkan ve genel anlamda kesinlikle başarılı olduğunu söyleyebileceğimiz bir diziyi, tek bir bölümle yermek ya da tek bir bölümle göklere çıkarmak da olmaz; ancak dizinin tam da o hırsın kurbanı olduğu anlar var. Hem de bizatihi karakterlerinin nasıl hırslarının kurbanı olduğunu anlattığı bir bölümde. En büyüğün, en iyinin, en epik olanın, en şok edici durumların peşinde koşarken hiçbirini tam anlamıyla becerememek; diziyi bu sıfatlarla tanımlamamızı sağlayan kodlardan uzaklaşmak ve en nihayetinde aynı karakterleri gibi hırsına yeni düşmek. Çok da peşinde koşmadıkları bir metafor olsa gerek.