*Ali ve Selin. Geçen hafta demiştim ki: “Ali’nin korkuları, Selin’in düşleri.” Bu hafta tam tersine döndü durum: Selin’in korkuları, Ali’nin düşleri. Selin “Hayalperestler sonunda hep üzülür,” cümlesine inat, düşler bahçesinin en nadidesi. Selin bir düş kaptı, Ali için Ali’yle. Ama bir yanda da kendi kurduğu cümlenin yankıları var içinin derininde. Planlamaktan, gelecek üzerine konuşmaktan korkması bu yüzden. Hayal kurup, kırıklarıyla kalmasın diye. Evlenme teklifi ve devamıyla gelen bu sonrası yok tavrı, Selin’in kalkanından, korkusundan. Ali’nin çabası, düşü, hep aidiyet duygusundan. Bugüne kadar bir yere veya kimseye kök salamamış Mavi, evi olsun istiyor. Tüm uğraşı bundan. Düşü de aynı buradan gereksinimle. İkisine de bu konuda kızamıyorum ben. Diğer sahneler ile ilgili tavrımı yukarıda açıkça belirttiğimden bir daha girip kendimi yormayacağım.
*Savaş ve Nazlı. Nazlı davasında o kadar haklı ki. Savaş’ın yersiz tavrı karşısında verdiği tepkinin sonuna kadar arkasındayım. Gelgelelim, Nazlı da Yiğit’e dönerek yersiz tavırlar hanesine bir iki çentik ekletti. Savaş’ı bu kadar severken, Yiğit’in de bir şekilde elinden tutmak, ı-ıh cık. Ha oldular mı, çok güzel oldular, YiğNaz’ı sevdim ben. Ve fakat, SavNaz’ın bu kadar vazgeçilebilir gösterilmesi canımı çok sıkmakta. Hele şu yanda, el ele, herkese ve her şeye karşı, Mertoğlu konağına giren SavNaz varken. Savaş kendi elleriyle biletini kesti, Nazlı’nın o bakışı çok manalıydı zira. ‘Unutucağım ve Yiğit’le olacağım!’ bakışı. Çıkışları bulabilirler mi, inancımı yitirmeye başladım.