Şöyle diyebiliriz; Don’ın mutlu hayatını gözler önüne serdiği Carousel’i, bu sefer bolca çocukluk travması ve ölümlerin serpiştirildiği bambaşka bir anlatı yapısıyla izledik. İlk bölümlerin ritmi, --hani Don’ın hayatında her şeyin yolunda gittiği hissi-- olanca hızıyla devam ederken, sanki aynada en yalnız anımızda suretimizle göz göze gelmişiz gibi Don Draper’ın korkuları da hiç umulmadık anda karşımıza çıktı. Bu sefer bir asansör boşluğundan daha fazlası, bir nefes kadar yakın hayaller, yüzünü çıkaramadığımız, çocukluk kadar yakınımızdaki kadınların yüzleri. Elbette pişmanlıklar, “devam etseydi ne olurdu” soruları, “bu kadar korkak olmasaydım”, “Paris’e aldığım biletle gerçekten buradan gidebilseydik”...