Gelelim piçlere. Normalde bu karşılaştırmayı yapmaktan hoşlanmıyorum ama bu sene dizinin yaratıcı sürecinde bulunamayan kitabın yazarı George RR Martin’i şöyle bir anmak gerekiyor. GRRM’in derdi hiçbir zaman okuyucusunu ya da izleyicisini sevindirmek olmadı, tam tersi onun derdi her daim alegorisini yaptığı bu dünyanın iğrençliğini bazen aşırıya kaçan çıplaklığıyla göz önüne sermek. GRRM’in dünyasında kahramanlık hikayelerine, hak edilmiş öçlere, şiirsel adalete yer yok, tam da bizim dünyamızda bunların hiçbiri bulunmadığından. Halbuki 6. sezon TV karşısında “KOYDUK MU?” diyeceğimiz bölümlerle geçiyor. Jon Snow’un geri dönüşü, Sam’in babasına kafa tutması, Jon ve Sansa’nın bir araya gelmesi, Dany’nin koca dothrak ordusunu peşine katması, Arya’nın tam donanımlı bir suikastçıya dönüşmesi gibi olaylar, hikayenin alışageldiğimiz tınısından çok bizim kafamızda yarattığımız kahramanlık mitleriyle uyuşuyor.
En basit örnek, cesetlerin üstünde yükselen arketip figürü Jon Snow’un kazandığı zaferin olanca kusuru içinde kusursuzluğa ermesiydi. Delişmenliğiyle, psikopatlığıyla ve vahşiliğiyle sevdiğimiz Ramsay’nin fazla iyi düşünülmüş savaş planı, Jon Snow’un çoktan unutmuş olması gereken duygularıyla karşılaştığında; Ramsay fazlasıyla üstündü, GRRM’in dünyasında bu tür salaklıklara yer yok. Tüm Stark neslinin ölmesine sebep olan Ned’den Jon’a kadar bu saçma takıntılarıydı zaten; mertlikleri sebebiyle taht oyunlarını oynayamayacak kadar steril kalmaları. Boyu Wun Wun’a yaklaşan Rickon’un, metrelerce uzaktan ok atan bir adama karşı zikzak koşmayı akıl edemeyecek kadar masum kalması da bu Stark kanından kaynaklanıyor muhtemelen. Jon Snow’un, karşısında her hamlesini önceden hesaplayan Ramsay’ye aslında bu kadar kolay mağlup olması da hep bu sterillikten.