Narin ve kardeşlerinin çocukluklarını, geçen bölüm Yaslıhan’da, o hovarda piknikte bıraktıktan sonra bu bölüm, Zeynep ve Mehmet yeni umutlar oldular. Ailesi tarafından çırılçıplak bırakılmış bir çocuktu Narin. Dizideki en sağlam, en mantıklı karakterdi ama içinde başka özlemleri vardı. Çocukluğu geliyordu mesela, ben şizofren diyordum ama aslında Narin sadece kendi çabalarıyla kazandığı hayatta o çocuğu istiyordu. Sonra annesi gelmeye başladı çünkü onu da bu hayatta istiyordu. Oğlunun adını Mehmet koyması şaşırılacak bir şey değildi ama Narin’in, o hem mahçup hem de oğlunun adını Mehmet koymanın verdiği gururla karışık ifadesiyle ‘’Adı Mehmet olsun,’’ dediği sahne bayağı ağlattı. Özgü Namal’ın Narin’e verilen dokuyu nasıl samimi kıldığını hiç unutmayalım. Gerçekten kendi oğluna ölen ağabeyinin adını vermiş bir kadın o gururu ve eksikliği bu kadar güzel yansıtabilirdi. Fırat’ın doğuma giderken Narin’i unutması ve sonrasında çocuklarını kıskanması yüz güldüren ve Fırat ile Narin’in sonsuza kadar mutlu olacaklarına inandığımızda, aklımızda onları öyle hatırlamamıza sebep olacak sahnelerdi. Fırat, Narin’i hak etmiyor derken, Fırat’ın ölmesini kaldırabilirdim aslında. İkisinin aşklarının başlangıçlarından bitişlerine güzel bir kolaj da gördük bu bölüm. Sanırım hep bahsettiğim bu kadar kirli bir geçmişle yeni-mutlu hayatlarının olmayacağı tezim doğru çıktı. Üstelik Narin ve Fırat’ın hiç alakası yokken. Narin hep en büyük zaafı Fırat olan, tek ailesi Deniz olan ve kız kardeşi Şadiye’yi bir anne gibi sarıp sarmalayan gerçek bir kadın olarak kalacak kafamızda.