Sibel, gözlerinin içine bakmayan bir adamla evlenmemek konusunda ısrarlıydı. Her gün Yiğit’in uzak bakışlarını görmek, buz gibi sesini duymak istemiyordu. Haklıydı. Kim kendisini sevmediğini düşündüğü bir adamla ömür geçirmek, o adamla aynı çatı altında saatleri saymak ister ki? Yani Sibel’in gururlu ve kendinden emin duruşu her zamanki gibiydi. Ta ki tüm çareleri tükenene kadar… Yiğit “Ya gözlerinin içine bakmayan bir adamla evleneceksin ya da gözünün içine bakmadan seni öldürecekler,” dedi. Sibel’in çaresizliği bundan daha net ifade edilemezdi herhalde? Yiğit’in kendisi için hazırladığı hayatta nefes alacaktı, yaşayacaktı ama… Tüm hazırlıklar tamamlandı. Hakkı’nın evinde ve onun çağırdığı konuklar karşısında kıyılacaktı nikah… Yiğit, son ana kadar bu mecburiyetin gereklerini yerine getirdi. Ama son an… Sibel’in annesinin kolunda kendisine geldiği an, çok uzun zamandır aklının ve kalbinin en ücra köşelerine bastırdığı anıları canlandırdı. İşte o an Yiğit, Sibel’e olan çılgın aşkını hatırladı. Bir Paris dolusu anlatacak şeyi olduğu kadını hatırladı. Belki de kızdı, “Bu normal bir evlilik değilse sebebi sensin,” dedi Sibel’e içinden… Ama bir kere hatırladı ya, bundan sonrası yangın.