Şu hayatta ne planladığımız gibi gitti ki? Hangi nefretimiz, hangi aşkımız, hangi sevgimiz planlıydı? Yiğit ve Emir, o eski arabayla İstanbul yoluna çıktıklarında birbirlerine bakarken ışıldayan gözlerinin bir gün nefretle dolacağını düşünebilir miydi? Ne kadar katıydı değil mi Emir? Ne kadar uzaktı değil mi Yiğit? Zeybek, onların hesaplaşmasıydı adeta. Bir meydan okumaydı, birbirlerine başkaldırıydı. Geçmişi hatırlamışlar mıydı acaba, gerçekten kardeş oldukları zamanları? O iki haşarı çocuk geçmiş miydi gözlerinin önünden, özlemişler miydi bir an olsun? Belki de bu son Zeybek, o iki kardeşin ağıtıydı. Emir’in dudaklarından dökülen “Alın!” ise mezar taşları…