“Beni bırak, göğe bakalım.” Turgut Uyar
Ah Aliş! Üzülmediğin, kırılıp parça pinçik olmadığın tek bir bölüm olacak mı acaba? Ali’ye yine hasret, Ali’ye yine hüsran. Ali’ye yine esmer günler düştü. Eyvah! Bana da anca yarım yanlar. Gidelim 19. bölüme, “Birbirimizin evi oluruz,” diyen Ali’ye. Bir ‘Baba ben geldim,’ dediği için, bir yüzük seçtiğinden, geçti mi sandınız yaraları? Her şey bitti, tüm kırıklar kaynadı mı sandınız? Bu çocuk hala kanıyor, görmemiş olamazsınız. Hala evim diyebileceği bir yeri, bir insanı yok. Selin mi? Huzuru ama evi değil. Bu sebepten diyor ki bende bir yan: Evi olsun istedi Ali’cik. ‘Buradayım, o da burada ve kimsenin bir yere gittiği yok, burası bizim evimiz, mavi bir kuş şakıyor içerde, mutfağından sıcak ekmek kokusu yayılıyor, bembeyaz duvarlar, perdeler uçuşuyor. Burası benim evim ve içinde huzurum var,’ desin istedi. Kızmak mümkün değil. Fakat öbür yanım da çekiştiriyor paçamı, ‘Yahu deli misin çılgın mı? Saçmalama! Ne evliliği! 18-19 yaşında, hangi evlilik?’ diye. ‘Üstelik daha annesinin karşısına çıkartıp, bu benim sevgilim, doğru ya da yanlış ben bu adama aşığım diyemeyen bir kızla mı?’ diye devam ediyor öbür yan, gözlerini büyütmüş, yanakları kıpkırmızı laf anlatmaya çalışmaktan. Bu da haklı, ne diyeyim ki şimdi ben? Bu bahsi ancak şöyle kapatabilirdim: Ali o teklifi yapsa da yapmasa da, Selin demeliydi ki: ‘Tabii ki evet, beş sene, 10 sene sonra tabii ki de evet. Ama şu an değil.’ Bir tarafından söylemeye çalıştı, çalışmadı demiyorum ama inanarak değildi dökülenler. Sıradan. Geçiştirmek amaçlı. Herkes gibi. Böyle bir teklif karşısında, böyle düşünen herkes ne diyebilirse onu dedi Selin. Oysa ki bir zamanlar, “Anlatsam herkes anlardı!” demişti aynı Selin, ‘Uzay!’ demişti, ‘Çocuğumuzun adı Uzay.’ Ali yaşananları saçmalık olarak dillendirdiğinde, kırılmışlığı bizim te buralara ulaşmıştı aynı Selin’den. Sizi bilemem ama bence orada inanarak söylediği tek şey şuydu: “Daha 18’im de kendimi kafesletemeyeceğim!” Oldu canım. Oldu paşam. Oldu güzelim. Oldu caniçim. Başka derdin? Denir mi o ya? O, şey demek gibi mesela: “Evet sana aşığım ama ben aşka daha çok aşığım. Öyle üç beş takılırız ama ben 10 gün sonra dersem ki, ‘Ben gittim haydi eyvallah,’ sen bana bakma. Bekle, pişman olduğumda, zevke doyduğumda, huzuru bulduğumda dönerim. Sen dur burada, kapa gözünü, ben aç dediğimde yaralarımı sarıp, anlayabilirsin beni.” Var mı tatlım böyle bir dünya? Hayatın ne getireceği tabii ki bilinmez ama sen o adamla yaşadıklarını başka adamlarla da yaşayabilirsin yani. Çünkü Ali’den gitmek sana hala bir seçenek. Dediğin aynen bu Selin’ciğim, hiiiiiç kusura bakma. Sen gel Mavi’m boşver, kederimizden denizler yapalım biz kendimize, manzarasında gözyaşlarımız karışsın, ev bulamadık kendimize olsun, şu köşe bankta da yatarız titreye titreye. Bir Sezen dökülür içimizden. Hayret hep aynı şey, hata nerede? Neden vedalarla dolu geçmişim? Biz kendimizde ararız hataları hala, inatla. Karşımızdakini suçlamak aklımıza gelmez ,-suçu olduğu halde- otururuz, ne var ne yoksa yeriz içimizde. Çünkü biz en başından, hata olarak doğduğuna, her konuştuğumuzun ve her sustuğumuzun yanlış olduğuna inandırılmışlar tarafındayız hayatın. Boşver Ali gel sen, yol arkadaşım ol. Gözyaşıdaşım ol. Kırılmışdaşım ol.