Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
KÖŞE YAZISI
TV ve Hayvanlık Halleri

Leoparlar, kaplanlar, aslanlar, filler, zebralar, zürafalarla ilgili filmleri, kanalları izlemeye bayılırım. Çok merak ettiğim bu dünyayı anlatan filmleri yapan insanlara ise büyük hayranlık duyarım. Hatırı sayılır bir süre doğa koruma alanında çalıştım. Belgesel film ise eğitimimin bir parçası olduğu için bu türle ayrıca ilgiliyim.

Hayvanların kendi yaşam alanlarındaki maceralarını ve günlük hayatlarını konu alan filmler her gün benim gibi milyonlarca seyirci tarafından ilgi ve hayranlıkla izleniyor. Bunlar, programcılar ve kanallar tarafından bilimsel doğruları aktardığı algısı üzerinden pazarlanıyor ve izleyiciler tarafından da bir anlamda bilime açılan bir pencere olarak görülüyor. Öte yandan belgesellerin bir kurgudan ibaret olduğu pek üzerinde konuşulmayan bir konu.

Belgeseller de tıpkı diğer filmler gibi bir senaryosu olan, kurgulanmış sahnelerden ve sekanslardan oluşan bir tür drama. Bu dramanın bir konusu, olay örgüsü ve senaryosu ve karakterleri var. Karakterler, bilim adamları ya da doğa bilimci olabildiği gibi çoğu zaman hayvanların kendisi. Bu karakterlere de birer isim ve rol veriliyor, dolayısıyla bir kişilik kazandırılıyor. Fil Begüm, Timsah Sabri gibi mesela. Bu hayvanlar insan gibi tasarlandıkları için, insana benzer tutum, yetenek ve davranışlarla nitelenerek anlatılıyor. Zürafa Subutay, meşhur “kahramanın yolculuğu”na çıkar. Tıpkı diğer hikayelerde olduğu gibi çeşitli şanssızlıklarla karşılaşır, zorlukların üstesinden gelir gibi..  Bir göç hikayesi anlatılıyor olabilir mesela. Burada farklı hayvanların farklı yerlerde elde edilmiş görüntüleri kullanılsa da birleştirildiğinde hikaye dizini olarak o görüntüler birbirini tamamlar. March of the Penguins’de örneğin, penguenler sanki insanmış gibi kıskanıyor, aldatıyor, dövüşüyor, sevişiyor. Morgan Freeman da bize penguenleri sanki aşağı mahalledeki Şencan ve abilerini bize anlatırmışçasına “onlar bizden çok farklı değiller, somurtur, feryat eder, çalımla yürür..” diye sunar. Duygusal bir anlatım, ünlü bir seslendirici ya da yüz, hayvanlara atfedilen insan davranışları birleşince, oldu mu size en babasından drama? Üzerine bir de toplumsal rolleri eklersek, örneğin iyi hayvanların yem olması (ceylan, tavşan, antilop gibi) kötülerin ise yırtıcı olması tamam oluyor işte. Avlananlar masum kurban, avcılar ise gözü dönmüş canavar. Ya da çekirdek aile hikayeleri, kurt baba ava çıkarken, annenin çocuklarla birlikte evde kalması ve ailenin babanın getirdiklerini paylaşması gibi. Ya da hayatta kalma güdüsü ve rekabet neredeyse savaş varmışçasına veya cinayet işlenmişçesine anlatılabiliyor.  

Teknik konulara gelecek olursak, çoğu izleyici bu görüntülerin uzun bir bekleyiş sonucunda elde edildiğinden habersiz. Kullanılan kamera açıları ve yakın planlar, çok özel görüntülere erişimimizi sağlıyor, belgeselin büyüsü de çoğunlukla buradan kaynaklanıyor. Belgesellerde hayvanlar hep bir şey yapıyor, uyuyor, otluyor, tetikte… Hâlbuki doğada çıplak gözle bunu izlemek bir süre sonra sıkıcı olabiliyor, zaten sizden çok daha uzaktalar. Bunu anlamak için bir kuş gözlemine bile gitmeniz yeterli. Nasıl bir spor karşılaşmasına gittiğinizdeki izlenimleriniz ve televizyon yayını birbirinden farklıysa işte öyle. TV yayınında geri sarma, ağır çekim, farklı açılar sayesinde deneyiminiz çok farklı oluyor haliyle.

Bir başka beni düşündüren konu ise, doğa koruma mevzularına hiç eğilmemeleri. Çoğu zaman bize yaban hayatını anlatırken, hikâyenin sadece bir kısmını anlattıklarını biliyorum. Sanki gökten zembille inmiş gibi bir takım kostümler giymiş karakterlerin hayatlarını izliyoruz. Elbette son derece başarılı bir kamera işçiliği var ve anlatılan konu her şeye rağmen ilginç. Kaplan yavrularının avlanmayı nasıl öğrendiklerini izlemek elbette çok etkileyici. Ama keşke, avlanma sonucunda neslinin tükenmekte olduğunu da söyleseniz. İklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin azalması, kaynakların aşırı tüketimi, canlı ticareti, kara ve deniz memelilerinin karşı karşıya olduğu tehditler, toprak bozulması, nüfus artışı, fabrika çiftçiliği çoğu zaman bu hikâyelerin uzağından yakınından geçmiyor.

Nesli tehlike altındaki türlerin listesi oldukça uzun. Bununla birlikte her gün yaban hayatı hakkında çeşitli filmler izleyip aslanlar, kaplanlar, kurbağalar ve diğer türlere ne olduğundan bihaber olmak gayet mümkün. Çekimler yapılırken kadraja çok dikkat ediliyor. Etrafta ya da arka planda hiçbir insan, yerleşim, köy, ev, insana ait bir iz ve şehirleşmeye rastlamak mümkün değil. Böylece görüntü kolayca kesilebiliyor, montajlanıyor ve hayvanlar uzaydan dünyamıza ışınlanmış gibi görünebiliyor.

Babunları, orangutanları, makakların ne denli komik ve acayip olduklarını anlatırken, hiç annelerinden nasıl çalındıkları, kafeslere konulup dünyanın çeşitli yerlerinde satıldıkları, laboratuvarlarda üzerlerinde deneyler yapıldığından bahsedilmez. Nat Geo Wild, Animal Planet gibi severek izlediğimiz kanallarda bize doğal yaşam üzerine romantik hikayeler anlatılırken, yaşam alanlarının yok edilmesi ve tehdit altındaki türler konusunda sesler pek cılız.

Animal Planet işi deniz kızları hakkında sallamasyon bir belgesel yayınlayacak kadar abartmıştı. Örneğin Mermaids’de (2013) donanmanın deniz kızı görüntülerini sakladığını, bu görüntüleri gizli bir tanık aracılığıyla bizlerle paylaştığını söyleyerek epey bir patırtı kopartmışlardı. Böyle bir takım canlandırmalarla, balinaların reaksiyonlarının kayıtlarıyla, efektleri ve müziklerle ve yaygarayla deniz kızlarının yaşadığını ısrarla anlattılar. Aşağı yukarı Gulyabani’nin varlığını ispatlamak gibi bir şeyle uğraştılar.

Nat Geo’da ise köpek balığı haftası kapsamında yayınladıkları Shark Attack Live (2011)  Güney Afrika kıyılarında bilim adamlarının tam takım giyinip bikinili kadınları köpek balıklarına yem olarak sunmasıyla epey gürültü koparmıştı. Aslında belgeselin amacı köpek balıkları hakkında bildiğimiz her şeyin yanlış olduğunu, öyle umarsızca insan yemediklerini göstermekti. İşte bu yüzden Güney Afrikalı bir takım bikinili kadınlar biz köpek balıklarını çok seviyoruz, onlar sizin bildiğiniz gibi değil aslında, işte bu yüzden onlarla yüzeceğiz ve türlerinin korunması için farkındalık yaratacağız diyerek, köpek balıklarının ortasına atladılar. Bunun neresinde bilim olduğu tartışılmakla birlikte, programın kızları ve balıkları harcama pahasına bir eğlence ve heyecan sağladığı muhakkak.

Bence köpek balıklarıyla ne birlikte yüzün, ne de hayvanların yüzgecine yapışıp bir şey ispat etmeye çalışın. Rahat bırakın yeter.

Yine de sonuçta eğer belgesellerin ve tematik kanalların iyi vakit geçirtme gibi bir işlevi varsa, dramatik ögelerin kullanılması, romantik bir anlatımın tercih edilmesi, hayvanlara insan özelliklerinin atfedilmesi, farkındalık yaratılması ve izleyicilerin olan bitenle bir bağ kurabilmesi için etkili bir yöntem olduğu muhakkak.

YORUMLAR




DİĞER KÖŞE YAZILARI