Kedi Gözü
Yazan: Sümüklü Papatya
Her Pazartesi, Pazartesi sendromumuza ilaç niyetine yüksek doz Paramparça almaya başladık. Benden önce Nida Fındıkdiziyi seyretmemizin nedenlerini çok güzel bir şekilde sıralamıştı. Niye seyrediyoruz, hangi tarafımıza dokunuyor da bu kadar meftunu olduk, o mevzular başka yazının konusu. Benim değinmek istediğim konu ise başka. Karagül ve Şeref Meselesi kadınlarını yazdım Paramparça kadınlarının boynu bükük mü kalsın? Sosyal medyada en çok konuşulan kadınları yazmanın zamanı artık geldi dedim ve naçizane Paramparça kadınlarına da bir kedi gözü atmaya çalışacağım.
Paramparça kadınlarının seyredenlerin üzerindeki etkisi ilginç. Seyreden herkes kendini taraf seçmek zorunda hissediyor. ”Ya şimdi o da haklı ama öbürü daha haklı,” diye kategorize etmeye başladık bile. Bunun sebebi senaristlerin kadın karakterleri ”sen olsaydın ne yapardın?” eksenine koyması. Bunu yaparken mutlak doğru anlayışı hakim değil asla. Kadın karakterler defolarına rağmen seyirciyi peşine takmayı başarıyor. Yeteneklerine sağlık, oyuncular enfes performanslar çıkarttıkları için de ister istemez sempatik bulduğumuzun yanına doğru ilişiyoruz hemen. Allahtan seyrettiğim dizilerdeki karakterlere hercai gözlerle baktığım için hepsini sevebiliyorum. Bir bölüm birine diğer bölüm başka birine hak verebiliyorum yani. Paramparça kadınları sağolsun nevrotik oldukları için hepsine ayrı ayrı meyledebiliyorum. Bu da benim için diziyi tadından yenmez bir hale getiriyor. Müsaadenizle Paramparça'nın nevrotik kadınlarını atomlarına ayırmaya başlıyorum..
Gülseren: Hayatın sillesini yüzüne yüzüne yemiş bir Drama Queen. Gülseren bir türlü boşanamadığı Özkan’la aşk evliliği yapmış ama aşkta kazanamadığı gibi hayatta da kaybetmiş. Elinde bir tek kızı kalmış ve onu da kaybetmemek için ödünler verecek gözü karalıkta. Hazal’ı seviyor, bu belli bir şey. Ama ilk virajda yollarını ayırmaya gönüllü kızını salmamasıyla ”bari bu köşede yenilmeyeyim” diyen, dövüşmekten yılmayan bir boksör görüntüsü çiziyor. Aslında haddini ve sınırını da biliyor, o savaşçı tarafı pes etmiyor. Mantıken çoktan pes etmesi gerekir zira. Dilara’ya karşı verdiği savaşta fakir olmasıyla kafadan 10-0 yenik. Kızı zaten yüksekte olan gözünü, isteklerine kavuşma fırsatı varken ondan yana çevirmez. Gülseren tabii ki kazanamayacağını biliyor ama çırpındıkça batmasını da engelleyemiyor maalesef.
Bir de Cihan mevzusu var tabii. Kız(lar)ının gözünden düşme ihtimali varken aşkın peşine kat’a takılmaz. Gülseren’i seyircinin gözünde yükselten şey ise tepeden tırnağa annelik hormonu saçması. Kız(lar)ına sonsuz sevgisi var. Dokunarak, sarılarak, bakarak sevgisini saçıyor onlara. Gülseren’in Hazal’ı vermek istememesini anlamadığım gibi Cansu’yu almak istememesini de anlayamıyorum. Rakibesi iki kızı da yanında isterken Gülseren’in sadece Hazal’ı ısrarla vermemek istemesi bencilce. Annesinden yadigar olan kolyesinin bir benzerini sadece Cansu’ya alması da bencilce. Cansu benim kanım benim canım algısı yerleşmiş demek ki. Aynı kolyeden Hazal’a da alsa mesela, benim gözümde nevrotiklikten normalliğe geçerdi. Bir de Keriman var; Gülseren’i sadece Keriman karşısında net görebiliyorum. Ona karşı tavırları inandırıcı. Duruma göre değil, olması gerektiği gibi davranıyor Keriman’a. Tam bir ”görümce görümceye, görmeyeyim ölünceye” durumu yani. Olur olmaz her şeyi gurur meselesine çevirmesi kaybetmeye mahkumluğunun göstergesi. Diğer yandan sonsuz sevgi verebilme potansiyeli, kazanabilme olasılığını güçlendirmekte. Tam anlamıyla Gülseren’ciyim diyemem ama kaybetmesini de istemiyorum.
Dilara: Parasını verdiysem benimdir mottosuyla yaşayan bir Ice Queen. Dizideki tek kapalı kutu Dilara. Her türlü sürpriz çıkabilir ondan. Sevme durumu Gülseren gibi içgüdüsel değil de anlamlandıramadığım bir kâr/zarar algısıyla yansıyor. Dilara da kendince seviyor diye hâlâ tam olarak diyemiyorum. Enteresan bir şekilde etrafındaki herkesi sosyal konumuna göre ilgi gösterme (dikkat! sevgi gösterme değil) kategorisine alıyor. Sosyal konumuna leke sürecek her fiziki unsur’u (evlat, koca, arkadaş, kardeş) devre dışı bırakilme güdüsüne sahip. Kocasını seviyor mu? Hayır. Çocuklarını seviyor mu? Onun itibarına gölge düşürmedikleri müddetçe. ‘Kardeşini’ seviyor mu? Bence onu da Hayır. Arkadaşlarını seviyor mu? Pardon? Hangi arkadaş? Valla Dilara tam anlamıyla sosyopat denilebilecek kişilikte bir karakter. Peki bu durum onu sevmemize engel mi? Tabii ki değil. Kötü karakterler de insanda sevme hissi uyandırabiliyor. Dilara’yı kötü karakter kategorisine rahatlıkla alabiliriz. Bence kötü olması ona hak vermemize engel değil. Geçmişi kocaman bir muamma. Her an onunla ilgili bomba patlayabilecek kıvamda. Oğlunun ölmediğine veya birini öldürmediğine sevinemiyor mesela. Kendisini ve kendisinden çıkanları üstün ırk kategorisinde gördüğü için normal insan tepkileri veremiyor sadece. Ben Dilara’yı ağzım hayretle bir karış açık seyrediyorum. O çok kontrollü görüntüsüne rağmen ”acaba şimdi nasıl bir manyaklık yapacak?” diyerek. Abisinin ilgisini çekmek için onu polise ihbar edecek kadar sosyopat olan Hazal’ın Dilara’nın kopyası olması ise muazzam. Ama şöyle bir şey var ki Dilara’nın yetiştiriliş tarzında belli ki sevgi yok Hazal ise tüm yoksulluğa rağmen pofuduk bir oyuncak bebek gibi mınciklanarak, sevildiğini hissederek büyümüş. Dilara’nın elinde patlayacak olan en büyük risk de bu zaten. Zira Cansu’nun bir gıdım şefkatle nasıl pelteye döndüğünü biliyoruz. Dilara akıllıca adımlar atarak maçı lehine kısa vadede çevirmiş görünebilir ama uzun vadede neler yapacağını kestirmesi güç. Karakteri kızları kaybetmemek uğruna değişime uğrayacak mı veya sosyopatlıkta daha ne kadar ileri gidecek merakla bekliyorum. Dilara’yı seyrederken büyük zevk almama rağmen kendime Dilara’cıyım diyemem. Ama mutlu olmasını da istiyorum yalan yok.
Keriman: Adeta fokur fokur kaynayan bir düdüklü tencere. Keriman o kadar gerçek bir karakter ki Gülseren ve Dilara’da’ “yok artık, o kadar da olmaz!’” dediğimiz bir dolu tutarsız şey varken Keriman’ın hiç fazlası yok. Keriman gibiler tam da Keriman gibi olur çünkü. Korkudan kıçı üç buçuk atsa da yapacaklarından geri durmazlar. Uzun vadeli düşünemeyip anlık malca kararlar alırlar. Fayda getirmeyen her şey onlar için fuzulidir. Menfaat için yaşayıp menfaat için ölürler. Duygu sömürüsü yaparak kendini acındırmak ata sporları olup sıkıştıkları anda insanı 3-30 paraya kolaylıkla satabilirler. Kısacası parayı veren Keriman’ın sevgisini kazanabilir. Hazal’ı kendince sevdiği yadsınamaz bir gerçek. Kanımdan canımdan olanı isterim dediği Cansu’yu hemen bağrına basamaması da ilginç. Tüm kıskanmasına rağmen Gülseren ile aynı çatı altında durmaya devam etmesinin tek mantıklı açıklaması ise yalnızlıktan ölesiye korkması. Keriman paragöz olabilir ama hayatta her şeyin para olmadığının da farkında. Sadece gösterme biçimi sakat. Her şeye rağmen seyretmesi en zevkli karakterlerden biri Keriman. Sosyal medyada fenomen olayazması da hiç şaşırtıcı değil elbetteki.
Hazal: Seyredenlerin sinir tellerini çekme aparatı. Tam bir ergen. Hatta ergen gibi ergen. Saniyesi saniyesine uymayan, anlık kararlar alıp önünü sonunu düşünmeyen bir yapıya sahipmiş gibi görünse de şu anda aslında sadece korkmuş bir kız çocuğu bana göre.İlk bölümlerdeki görgüsüzlüğünü, kadir kıymet bilmeyen çemkirik hallerini hayatını değiştiren trajediyi öğrendikten sonra bırakmaya başladı. Cihan’ı ve Dilara’yı anında benimseyip sevdiğini kimse söyleyemez. Hazal zenginlik ve şaşaa’ya cahilliği ve toyluğu ile kanabilir ama hayatın paradan ibaret olmadığını durmadan kodlarına işleyen bir kadının elinde büyümüş. Ve hepimiz biliriz ki bir insana annesinden başka kimse karakterini oluşturacak kadar nüfuz edemez. Tam da burda doğuran mı yoksa büyüten mi annedir sorunsalı tezahür eder. Hazal’ı ve aşırılıklarını seyretmesi çok keyifli. Sıkıcı değil çünkü, her an bir bomba patlatabilir. Ondan beklemediğimiz bir tavır sergileyebilir. ”Tamam defol git hadi” diyerek kapıya koyan Gülseren’i bırakıp gidememesi gibi. Hazal sevilmeyi reddedecek bir kız değil çünkü. Bunu kendisini tanımamazlıktan gelen Ozan’ı polise ihbar etmesine bakarak anlayabiliriz. Sevilmediğini anladığı anda gözü her türlü döner Hazal’ın. Bu da karakterin bizi daha çoook şaşırtacağının göstergesi. Seyrederken kendisine küfreden çoğunluğun aksine ben Hazalcıyım.
Cansu: Kanatsız bir Melek. Mi acaba? İlk bölümlerdeki ”Ay canım yaa,” dedirten havasının değişmeye başlaması ”Ay bu da çok mıy mıy ayol,” dememi engelledi resmen. Dilara gibi kontrol manyağı bir kadının elinde yetişmesine rağmen gereğinden fazla sevgi kelebeği olması çok sakil gelmeye başlamıştı çünkü. Az önce Hazal’ı anlatırken dediğim gibi bir insana annesinden başka kimse karakterini oluşturacak kadar nüfuz edemez. Cihan’ın o abartılı sevgisine rağmen Cansu, Dilara’nın kontrol manyaklığını almış. Hazal’ı ilk gördüğü andan itibaren ne Gülseren’in anne gibi anne olması kaldı ne de babasının aşırı sevgisi kaldı. Hemen konumunu ve sahip olduklarını korumaya alma güdüsü harekete geçti. Tam da Dilara gibi. Konumunu korumak adına Hazal’a ”Belki de herkes hakettiğini yaşıyordur,” diyebildi. Cansu’nun o yumuşak kabuğuunun altındaki Dilara etkisi, karakterin en başta dediğim mıy mıy görüntünün yıklımasını sağlıyor. Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu misali Cansu’dan seyredenleri tokat manyağı yapacak hareketler bekliyorum ben. Hazal’ın aksine kaçak güreşiyor Cansu. Bu da iki kız arasındaki çatışmayı daha da zevkli hale getiriyor. Aslında kendisine ait olanı isteyen Hazal ile sahip olduklarını vermek istemeyen Cansu’nun kavgalarını seyretmeyi merakla bekliyorum.
Genel olarak Paramparça'nın bu beşli'si seyir zevki yüksek kadın karakterler. Hem de seyrederken ben olsam ne yapardım dedirtecek kalibrede. Bence hikayede taşların altından çok sular akacak ve taraflarımızı durmadan değiştireceğiz. Karakterlere kendimce değindim ama onlara can veren birbirinden yetenekli beş kadını zikretmeden olmaz tabi ki. Nurgül Yeşilçay (Gülseren), Ebru Özkan (Dilara), Nursel Köse (Keriman) , Alina Boz (Hazal) ve Leyla Atanlar (Cansu) bu beşliye muazzam bir şekilde can veriyorlar emeklerine yüreklerine sağlık.