Seyrettiğim dizilerde ve filmlerde kadın karakterleri her yönüyle haklı görmeye ve yazdığım yazılarda kadın karakterleri kayırmaya meyyal bir yapım vardır. Bunun için esas kızı veya yan rollerde olan kadınları daha dikkatli analiz etmeye çalışırım. Kadın karakterine inamadığım filmi veya diziyi izleme alanımdan uzaklaştırırım. Yazdığı kadın karakterlere inandıran senaristlerin yazdıklarını seyretmek gibi seçici bir tarafım da var. Önce kadın karakter vardır benim için sizin anlayacağınız.
Geçen hafta Karagül kadınlarını yazmıştım bu hafta kedi gözlerimi Şeref Meselesi'nin genç kadınlarına diktim. Hikayenin odağındaki üç kadın hayata 1-0 yenik başlamış kadınlar. Sibel, Derya ve Kübra maddi veya manevi yoksunluklarla büyümüş kadınlar. Sibel ve Derya maddi imkansızlıkların yanı sıra baba figürünün yokluğuyla büyürken Kübra yoksullukla değilse de anne yoksunluğunun üstüne sevgisiz ve baskıcı babanın otoritesinde büyümüş. Her birinin yaptığı hatayı kendilerinde olmayanın verdiği eksiklikle açıklamak kolaycılık olsa da karakterlerinin etkilenmiş olduğu gerçeğini de görmezden gelemiyor insan. Çocukluk travması denilen her şey o travmayla büyüyen kadınların daha büyük hatalar yapmasına sebep oluyor belki de. Bu üç karakteri gözden geçirmeden önce bu karakterleri yazanların daha önce yazdıkları karakterlerin referansı ile yazma pratiklerine de bakmak istiyorum izninizle.
Seray Şahiner, Kayıp Şehir'in senaristlerinden biriydi ve o hikayenin kadınlarının hepsi güçlü karakterlerdi; Aysel, Meryem, Zehra ve Seher hikayenin domino taşlarıydı. O hikayedeki erkeklerin hayatı bu dört kadının aldığı kararlarla şekillenmişti. Şeref Meselesi'nin kadınlarında Kayıp Şehir'in kadınlarından izler de görür gibi oluyorum. Derya'nın kimseye eyvallah etmeyen ama güçsüzlüğündeki hüznünü Aysel'e, Kübra'nın cahil cesaretini Zehra'ya, Sibel'in hep kontrollü, kuralcı, dediğim dedik hallerini de Meryem'e benzetiyorum. Mahinur Ergun ve Melih Çam'ı da Merhamet dizisinde yazdıkları Narin, Deniz, Irmak ve Şadiye ile sanırım izleyenler benim gibi bambaşka bir yere koydular. Narin ve Deniz arkadaşlığı bu zamana kadar yazılmış en düzgün, en gerçekçi kadın arkadaşlığı olarak hafızalarımızda yerini koruyacak. Ne denir ki; senaristlerin referansları sağlam.
Şeref Meselesi'ndeki kadınlar daha keskin hatlı kadınlar olsa da senaristlerin seyredene arkadaşlığı, kadınlığı sorgulatan kalemlerini ben seviyorum. Karakterler saçma sapan işler yaptıklarında ben olsaydım ne yapardım dedirtiyorlar çünkü. Geçen hafta Derya üzerinden adalet kavramını sorgulatırken bu hafta Sibel ve Kübra üzerinden yapılan seçimlerin kendilerinin ve etraflarındakilerinin hayatlarına etkisini sorgulattılar.
Seçimler insanı bencil davranmaya iter ve neyi seçersek seçelim önce ben deriz. Bu üç kadının seçimlerinin kendi hayatlarına etkilerine bakarken senaristlerin kadın karakterleri nasıl yansıttıklarını da görelim istedim. Karşınızda benim gözümden Şeref Meselesi'nin kadınları:
Sibel: Yokluk içinde, güzelliği sayesinde zengin kocaya kapak atmasını bekleyen bir anneyle, babasızlığının ezikliğiyle büyümüş. Sibel’i ilk bir kaç bölüm tekinsiz bulmuştum ama artık o soğuk ve kimseye güvenmeyen ve güven vermeyen tarafının sadece kendi geliştirdiği derme çatma bir savunma mekanizması olduğunu görüyorum. Emir’le flört ettiğini en yakın arkadaşlarından bile gizlemesi bu savunma mekanizmasının ürünü. Sibel kimseye güvenmiyor. Ve maalesef haksız da değil. Annesinin bile 3-15 kuruşa üzerinde kararlar almaya çalışması normalde zaten kontrollü olan Sibel’in duvarlarını kalınlaştırmasına sebep oldu. Derya’nın yaşadığı korkunç olayda kayıtsız şartsız ve ama bile demeden Derya’nın kararlarının yanında durması erkeklere güvenmediğinin de en büyük göstergesi. Sibel gibi kızları masallarla kandıramazsınız. Erkenden hayata atılmış, geçim derdiyle türlü zorluklara göğüs germiş bir kadına beyaz atlı prens kılığında yaklaşmak pek mümkün değildir çünkü. Emir’den ayrılıp Bora ile takılırken de Sibel ”ulan bu sefer de annemin gönlü olsun, n’olcak?” diyerek gardını indirdi. Yaşayarak öğrenen herkes gibi Bora’nın yaklaşımının da kendi isteğine uygun olmadığını görünce sepeti koluna taktı. Dediğim gibi aşkın karın doyurmayacağına inanıyor. Çünkü genç yaşta geçim sıkıntısı ve hayatla yüzleşen kadınlar tam da Sibel gibi “sana aşığım ölüyorum” diyen adamlara kolay kolay inanmaz. Sibel’in Yiğit’in yanında gergin ve agresif olmasının sebebi de bu. Sibel kapıp koyvermez çünkü. Aşkından geberiyor olsa da Sibel gibi erkenden olgunlaşmış kadınlar, hemcinsleriyle empati yaparlar ve ”Bir bebeği babasız bırakacak kadar seni sevmiyorum,” derler. Baştan tekinsiz bulduğum Sibel’in esas kız olması sebebiyle örülen bu sağlam ama sert yapısı herkesin sevgisini kazanmayabilir ama alışılmış, aşkından mala bağlayan esas kız profilinden çok başka olduğu için benim gönlümü dört bölümdür fethetti.
Derya: Yoksulluğun yanı sıra tacizci bir üvey baba ile büyümüş. Sibel gibi erken yaşta hayata atılıp çalışmaya başlamış ve bir evin geçimini üstlenmiş. Arkadaşı ”İik maaşımı ezelim hadi,” dediğinde ”Ne gereği var, karnımızı doyuralım yeter,” diyecek kadar da kanaatkar. Yaşam standartının farkında çünkü. Güzel de bir kız. Güzelliğinin farkında ama güzelliğin tabağa konup yenmeyeceğinin de farkında. Flört ederek öğrenmiş erkeklerin niyetini çözmeyi. Öyle gözü açılmamış bıldırcın yavrusu değil yani. Hemen kapılıverecekmiş gibi gelen hercai görüntüsüne rağmen karşısındaki adamın notunu verdiyse daha da kanmayacak kadar gerçekçi. Tacizci üvey babayı defettiğinde veya ipliğini pazara çıkardığında kendisinin ve kız kardeşinin başına neler gelebileceği gerçeğini çoktan sindirmiş. Üvey babanın tecavüzüne uğrayıp savunma maksadıyla öldürdüğünde Emir’e söylediği her şey, okumuş, cahil, zengin veya fakir olmanın farketmediğinin, bu ülkede kadın olmanın ne demek olduğuna dair gerçeklerin kelimeye dökülmüş haliydi. Derya hayatın onu mutlu etmeyeceğine inanmış ve bu inacınında haklı olduğunu bizzat tecrübe etmiş gerçek bir kadın karakter. Yine de sevgi dolu yine de anaç. Derya bu hikayede sevdiğim ve yaralarını üfleyerek korumak istediğim bir kadın. İyi yazılan ve yansıtılan bir kadın.
Kübra: Geçim sıkıntısı çekmemiş ama küçük yaşta annesiz kalmasının yanı sıra bacağındaki arazının verdiği siniklikle kendini saklayarak büyümüş. Bir de baskıcı ve sevgi göstermeyen bir babayla. Hayata dair öğrendikleri arkadaşlarının yaşadıklarından ibaret. İyi bir gözlemci yani. Sibel ve Derya deneyerek ve yanılarak hayatı öğrenirken Kübra onları gözlemleyerek baskının sağladığı bir korunakla öğrenmiş hayatı. Elinden her iş gelen, güzel ve sampatik bir kız. Kendisinin dert ettiği kadar insanlar onun arazıyla ilgili değil mesela. Kendi korkularını ve ezikliğini biraz da kendi büyütmüş sanki. Yiğit gibi cazibeli bir adama aşık olması şaşırtıcı değil. Baskıcı bir ortamda büyüyen her insan gözünü en yükseğe koyar çünkü. Kübra gibiler için en yüksek en güçlü demektir bir bakıma. Yiğit ve Emir’in dramasının baş aktörünün babası olduğunu bile bile en yüksekten almadı gözünü Kübra. Sibel ve Derya’nın tüm uyarılarına rağmen, içten içe Yiğit’in kendisini kullanacağından adı gibi emin olmasına rağmen bile bile lades dedi her şeye. Çünkü ben seviyorsam o da beni sevmeli diye düşünenlerden. Derya Yiğit’in evinde kalıyorsa onun elinden almak için kalıyordur Kübra’nın dünyasında. Karşı tarafın niyetinin bozuk olduğu zaten açık. Benim burda demek istediğim Kübra gerçekten Yiğit’in kendisine aşık olduğuna inanıyor muydu? Bence, kesinlikle hayır! Çünkü kadın, aşktan deliye bile dönse hisseder. Hissetmemesi mümkün değil. Kendinizi Kübra’nın yerine koyun ve dürüstçe cevap verin hissetmez miydiniz? Tabii ki hissederdiniz. Karnındaki çocuğu aldırmamak tamamen kendi kararı ve haklıdır da; anne olmayı istiyorsa olur, buna kimse engel olamaz. Ama karnındaki çocuğu sevgiliyi/kocayı kendine bağlama sigortası olarak görüyorsa masumiyeti tartışırım. Karşıdaki duyarsız herif seninle babandan intikam almak için beraber oluyor ve sen bunun farkındasın, buna rağmen çocuğu doğurmaya karar veriyorsan (ki bence kadın isterse doğurur) ama çocuğu adamı geri getirme aracı olarak her fırsatta kullanıyorsan ben de senin için üzülemiyorum kusura bakma. Haklıyken haksız duruma düşmek tam da Kübra’nın seçimleri. En yüksekteki elma her zaman en lezzetlisi olmuyor maalesef. Kübra vicdan prangasıyla insanları istediklerini yapmaya zorlayan kadınlardan. Yaptığı hataları düzeltmesi artık imkansız. Seçimleriyle herkesin hayatını allak bullak edecek ve ”Ama ben çok masumum, tek suçum aşık olmak,” diyerek hatalarının bedellerini başkalarının üstüne atacak. Tıpkı en başta benzettiğim, Kayıp Şehir'de Kadir ve Aysel'in hayatını elinden alan Zehra gibi…
İyilik ve kötülük, güzellik gibi göreceli kavramlar değil. Seçimlerle alakalı kavramlar. Çelişkili kadınları seyretmek güzel. Hele sağlam bir drama çatısı altında izlemek daha güzel. Şeref Meselesi'nin kadınlarını da bu yüzden seviyorum. Seyrettiğimi sorgulatıyorlar. Doğrularıyla ve hatalarıyla sorgulatıyorlar. Ben dilim döndüğünce seyrettiğim yedi bölüm üzerinden analiz etmeye çalıştım. İleride nasıl çatışmalar olur kestirmesi güç açıkçası. Ama söylemeliyim ki, usta kalemlerin elinden çıkan bu üç değişik kadını seyretmesi ise büyük zevk.
Sonuna kadar sabırla okuyan gözlerinize sağlık.