TRT1’de Ana Ocağı adında yeni bir reality show başladı. TRT’nin web sitesinde programın amacının “şehir yaşamının karmaşasında özlenen köy hayatını izleyenlere anımsatıp,onlarla birlikte yarışmacılara unutulan örf ve adetlerimizi hatırlatmak” olduğu belirtiliyor.
Ana Ocağı hafta içi her gün TRT1’de saat 13:15’te yayınlanıyor. Ben ne zaman unutulan örf adetlerle ilgili hamasi nutuklar duysam içimde küçük bir şeytan belirir. Dur bakalım neler söyleyecekler, eğlence nerede başlıyor diye kulak kabartırım. Ufaktan öksürmeye, kaşınmaya başlarım. Böyle hastalıklı ilgileri olan bir insanım.
Bu programda, her hafta dört şehirli kadın Sakarya yakınlarında bir çiftlikte, teknolojinin nimetlerinden faydalanmadan işleri eski usül yapmayı öğreniyor. Başlarında ise, hayatlarını zehretmek için üç “anne” var. Bu anneler aslında jüri. Yarışmanın ödülü ise dört adet altın bilezik.
Şehirli kadınların kırsalda debelenmesini izlemek sinemamızda ve dizilerimizde çok sevilen bir konudur. Ana Ocağı da bu fikirden hareket ediyor.
Kış şartlarında köy evinde yaşamaya çalışan genç kadınlar, inek sağmak, ahır temizlemek, yoğurt mayalamak, soba yakmak, ekmek yapmak gibi bir takım işler yapıyorlar. Bazen de tarlaya gidiyorlar, ya da kümes hayvanlarını besliyorlar. Köyde iş takvimi öyle gerektirdiği için sabah 5.40’da uyanıyorlar ve yatana kadar zor işleri başarmaya çalışıyorlar.
Bana göre esas görevi yarışmacılara koçluk yapmak ya da değerlendirmekten çok hayatlarını cehenneme çevirmek olan jüri, yaşça büyük kadınlardan oluşuyor. Bu kadınlara “anne” adını vermişler ama en ufak bir şefkat işareti görmek mümkün değil. Üç gündür programı izliyorum, “Ümmiye anne” adındaki jüri üyesinin tüm yaptığı yarışmacıları “Hadi hadi hadi hadi!” diye yüksek perdeli sesiyle gütmekten ibaret. Diğer jüri üyelerine gelince, biri aklını sabahlıkla bozmuş. Ona göre insanlar evde babasının, erkek kardeşinin, ailesinin yanında kesinlikle sabahlıkla dolaşmamalı. Bu, örf ve ananelerimize aykırı. (Biz de çocukluğumdan beri evde donla dolaşıyoruz. Hiç zararını görmedik? ) Kendisine evinde sabahlıkla dolaşıldığını anlatmaya çalışan yarışmacıyı azarladı ve onun yanlış yetiştirildiğini söyledi. Demek ki bu jüri üyesine göre sabahlık insanın yalnızca odasında giyebileceği bir şey. Kimselere göstermemek lazım. Toplum dışı olursunuz sonra. Bir başka jüri üyesi ise, yoğurt mayalarken yanlışlıkla tezgaha biraz süt döken bir yarışmacıyı yerin dibine soktu. Sanki jüri üyelerinin hepsine gençken epey kötü davranmışlar, onlar da bunun acısını başkasından çıkaracağı günü beklemiş.
Yarışmacıların oldukça iyi niyetli ve sabırlı olduğunu düşünüyorum. Ben eğer bu yarışmaya katılsaydım –ki bence benim daha bakışımdan oraya uygun olmadığımı anlarlardı- yarışmacılara yapılanın onda birinin bana yapılması halinde jüri üyelerinin hayatları boyunca unutamayacakları sahneler yaşanabilirdi. İster misiniz o ev yansın yanlışlıkla mesela?
Ana Ocağı’nın amacı doğal yaşamı ve geleneksel yöntemleri genç nesillere benimsetmekse eğer bunu biraz daha akılcı yöntemlerle yapmalı. O yarışmacıların her biri birey ve işi gücü olan insanlar. Birine bir şey öğretmek ve sevdirmek gibi bir niyetiniz varsa, sürekli kötü davranmayı bırakarak başlayabilirsiniz mesela. Yarışmacılar o kadar çok azarlanıyor ki, bir süre sonra her yaptıkları hatalı oluyor. Özetle, bu program adı Ana Ocağı olmakla birlikte daha çok Temerküz Kampına benziyor. Ne diyeyim, Allah kurtarsın. Sayılı gün çabuk geçer.