Dizide Ohio’dan Alexandria’ya göçen eski politikacı Deanna Monroe rolünü oynayan Tovah Feldshuh’a göre asıl hikaye insanın yaşama dürtüsü, ama insan olarak kalabilmek, insanlığından ödün vermeden yaşayabilmek, varolabilmek. “Benim gibi bir politikacı kadın karakteri mesela hayatta kalabilmek için kendi karakterinden ne kadar ödün verecek, ne kadar savaşçıya dönüşecek, Alexandria’da ne kadar zombi, ne kadar insan kalacak—kuşkusuz bu soruların cevabını arayacağız bu sezonda.”
Feldshuh, Auschwitz’den kurtulan haham Hugo Bryn’in anılarında bahsettiği bir öğüdü hatırlatıyor. Konsantrasyon kampında margarinleri dondurarak Hannukah mumları yapan babasına küçücük bir çocuk olan Hugo Bryn “Bunları yememiz lazım,” diyor. Babası da “Tecrübelerimiz bize yemeden iki hafta, su içmeden iki gün yaşayabildiğimizi gösterdi,” yanıtını veriyor. “Ama umut olmadan iki dakika yaşayamazsın.”
Feldshuh da “Aşk olmadan, nefret olmadan yaşayabilirsiniz ama umut olmadan yaşayamazsınız,” diyor. “Kim ölecek ve kim yaşayacak... Hepsi umuda bağlı. İnsanlar yaşamak istiyorlar ve yaşama dürtüsü en yüksek canlı insan. Hangimiz insan kalacak, hangimiz suçluya dönüşeceğiz?”
Ben Feldshuh’la konuşurken bir ara Nicotero yanımıza geliyor ve masaya eğilip “Bu kadın ne söylerse altın değerinde,” diyor. Aslında bu gecikmiş bir cümle bile sayılabilir, çünkü o an’a kadar sadece The Walking Dead değil, genel olarak insanlık üzerine söyledikleri karşısında büyüleniyorum. Hiç soru sormadan bırakayım, o konuşsun, saatlerce konuşsun ve dinleyeyim istiyorum.
“Bu zombiler sadece ekranda gördüğümüz yaratıklar değil ki... Zombiler aslinda İŞİD, Ebola, El Kaide, terörizm. Kara güçler... Henüz hiçbirimiz bu koca evrende, bu küçücük mavi-yeşil mermer topun dışında nerede yaşayacağımızı bilmiyoruz ama bir umutla yaşıyoruz. Kennedy bizi Ay’a yolladı. Ama yalnızız. Ve dünyamız için de başlı başına en büyük tehdit insanoğlu.”
Aslında bu sözlerin ne anlama geldiğini söyleşiden sadece iki gün sonra Ankara’da bombalama olayının haberi geldikten sonra anlıyorum. Amerika’nın küçük bir kasabasında bir zombi hikayesinin binlerce kilometre ötede bir ülkede bu kadar bağlılıkla izlenmesinin nedeni de bir şekilde anlıyorum. Çünkü zombiler bizim de içimizde.