Başlıktaki soruyu cevaplanmış sayalım mı, devam mı edelim? edeceğiz, mecburen. Hiç utanıp sıkılmadan, "The Sopranos'un yerli versiyonu" diye sunulan şeyi beş-altı dakika kadar izledim. Onlar utanmamıştı, ama ben çok utandım. Tony'nin annesi Livia Soprano karakterini bizdeki muadili ile karşılaştırın; bunca lafa hiç gerek olmadığını hemen teslim edersiniz. The Sopranos'un yerlisini yapma girişiminin sadece tek güdüye dayandığı anlaşılıyor: "Abi, mafya babası psikiyatra gidiyor, süper ya! Biz de yapsak ya bunu!"
Türkiye'de dizi yazma, çekme ve yapma koşulları, gösterilen muazzam teknik gelişmeye, oluşmuş onca vasıflı elemana, yapımcıların elinde biriken onca sermayeye rağmen tek kelimeyle korkunç. Hayır, setlerdeki çalışma koşullarından sözetmiyorum. (O ayrı bir facia, ama toplasan üç-dört bin kişilik bir çalışanlar ordusunun, isteseler iki gün içinde bir yerde toplanabilmelerini sağlayacak bağlantıları, ilişkileri de varken bir türlü örgütlenip durumu düzeltmemeleri, konuyu çetrefilli hale getiriyor.) Ortadaki vahametin birçok yapısal sebebi var; şimdilik sadece burada bizi ilgilendirenleri konu edelim:
Bizim karakterlerimiz, kötü ama bazen merhametli, iyi ama bazen dalavereci, güçlü ama şu durumda zayıf vs. olamazlar; karmaşık olamazlar. Tek boyutluluk, basitlik esastır. Bütün dizi tarihimizde, azıcık karmaşık ve derin diye niteleyebileceğimiz kaç karakter bulabiliriz, bir düşünelim. Bizim olaylarımız, apaçık, "olay olmak" zorundadır. Birisi dövülecek, birisi kaçırılacak, mutlaka "hayatın olağan akışı" dışında birşeyler olacaktır. Bu mecburiyetin dizi âlemimizi kaçınılmaz olarak getirdiği nokta, heyecanın doruğu olarak, tecavüzlerdir. (Açık baskı ve sansüre dönüşebilen muhafazakâr dalganın belki de tek yararı, yerli dizi sektörünü daha büyük utanca batacağı işler yapmaktan kurtarmak oldu; tecavüz çeşitlemeleri fazla ileri götürülemedi.) Bizim konularımız, hikâyelerimiz, varsayılmış bir çoğunluğa göre, hattâ çoğunluğa göre de değil, o çoğunluğu temsil ettiğine inanılan bir "ortalama insan"a göre şekillendirilir. Dolayısıyla, ortalama insanın hafsalasının alamayacağı şeye bizim dizi âlemimizde yer yoktur. En berbat ve tutucu Amerikan aile dizisinin değerleriyle, en kaba ve kanlı aksiyon filminin "olay" kavrayışıyla çalıştığınızda, Sopranos'un sağlamlığı ve derinliğinden kimsenin haberinin olmadığı, daracık bir âlemdesiniz demektir. Memleketimizde giderek artan saçmasapan baskılar ve bunların yarattığı tedirginlikler, alanı daha da daraltıyor. Öpüşemezler, sevişemezler, evliyse başkasıyla yatamaz, asker, polis, yargıç, savcı üçkağıtçı olamaz, yöneticilerin hicvedildiği bir sahneyi hiçbir yapımcı yaptırmaz, hiçbir kanal yayımlayamaz vs. Bunlar arasında, doğrudan iktidar baskısının sonucu olanlar belki kısa vadede daha etkili görünüyor. Ama sektörün ortalama kafa yapısının -ki burada gayet bariz Yeşilçam geleneğinden sözetmek mümkün- var ettiği ve iktidar değişimiyle de giderilemeyecek yapısal arızalar çok daha kalıcı, etkileri çok daha köklü. (Bazen pek hoş duygularla andığımız Yeşilçam'ın aslında bize neler ettiği, ileride üzerinde durmayı planladığım, leziz bir mevzu!)