Sınırın Ardındakiler
Sarayın sınırlarının bir diğer tarafı dışarısıdır. “Dışarısı” denildiğinde, akla saray sınırları dışında kalan, sarayın içine girmesi tehlike arz eden, içeriye girmeye yetkisi bulunmayan yapılar ve kişiler gelmelidir. Bunları bu sezon içinde Yeniçeri Ocağı ve çarşı olarak görmekteyiz. Dışarısı, kontrol edilmelidir. Bu nedenle de içerisi ile dışarısı arasında düzenli bir iletişim sürdürülmelidir. Saraydan tebdil-i kıyafetle çarşı ziyaretleri, zembille halkın şikâyetlerinin doğrudan alınması, düzenlenen saray eğlencelerinin dışarıdaki varlığı bu iletişimin örnekleridir.
İktidar, dışarısını da içerisi kadar kendine ait görmektedir. Ancak dışarı, içerisi kadar iktidarın hiyerarşik düzeninin işlediği bir yer değildir ve bundan dolayı da tehlike arz eder. Sarayın dışarıda kalanlarla ters düşmesi bir tehlikedir. Dizide bu tehlike en net olarak Yeniçeri Ocağı ile gösterilmiştir.
Yeniçeri Ocağı, 18. bölümde dışarıda kalan bir mekân olarak gösterilmiştir. Buradan Yeniçeri Ocağı’nın saray içerisindeki askerlerden daha özerk bir yapısının olduğunu görebiliriz. Yeniçeriler ulufe törenleriyle beraber gösterilir. Bu töreni konu alan sahnelerin birinde Şehzâde Mustafa kaynayan kazanlarda ne piştiğini sorar. Kazanın başındaki Yeniçeri “Akide şekeri ulûfe günleri kaynatırız. Maaşımızı alırız. Akid yani anlaşma yerine gelmiştir. Maaş vaktinde ödenmişse biz de tatlı vaziyete eren bu habere tatlı dağıtarak seviniriz” der ve bunun üzerine şehzâde bir başka soru sorar: “Ya ödenmezse ulûfe ne yaparsınız?” bunun cevabı çok net ve tehditkârdır: ”Bu kazanı deviririz, kazanı başlarına geçiririz.” Burada yeniçerinin, askerî olarak saray dışında bulunmasının nedeni gösterilmektedir. Böylesine bir özerklik saray için tehlikedir. Padişah için savaşan askerler, memnuniyetsiz oldukları zaman padişah için tehlikeye dönüşebilmektedir. Bu yüzden Padişah Yeniçeri Ocağı’nın en önemli üyesi olsa da aralarında korunması gereken bir sınır vardır. Bir sonraki bölümde padişahın Edirne’ye ava, Sadrazam İbrahim Paşa’nın da Mısır’a gitmesini fırsat bilen Yeniçeri’nin büyük bir isyan çıkardığını ve hem padişahın sarayına hem de İbrahim Paşa’nın sarayına saldırdığını görürüz. 20. bölümde Sultan Süleyman isyanı bastırmak için geri döner ve yeniçeri ağası ve yardımcısı ile görüşür. Hemen orada cezalarını verir. Hassa askerleri saray kapısının önüne çıkarak dışarıda bekleyen yeniçerilere padişahın 200 altın dağıtacağını söyler. Onlar da kılıçlarını çıkarıp “Padişahım çok yaşa, Mustafa Ağa çok yaşa!” diye bağırırlar. Bu sırada hassa askerleri ellerindeki çuvalın içinden yeniçeri ağası Mustafa Ağa’nın ve yardımcısının kellelerini yeniçerinin önüne atar; “Duyduk duymadık demeyin Padişah efendimiz ulu şahsına ve Hanedân-ı âli Osman’a ihanet edenlerin kellelerini bizatihi kendi elleriyle almıştır. Zira bu ağalar yeniçeri ocağımızın en kıymetli mensubu hünkârımıza ve devlet-i âli Osman’a ihanet etmişlerdir. Bu hainlere uyan gafiller ise padişahımızın lütfuyla bağışlanmıştır,” diyerek yeniçerinin gözünü korkutmuşlardır. Bu sahne, Sultan Süleyman’ın içerideki iktidarının, dışarıdaki gösterisidir. Yeniçeriden sadece iki kişinin cezalandırılması da Yeniçeri Ocağı’nın gücüne duyulan ihtiyacı da göstermektedir. Dışarıda iktidara karşı çıkabilen bir güç olarak gösterilen Yeniçeri Ocağı’nın yanında, dizide kamuoyunun iktidarla olan ilişkisinin bir başka anlatımı çarşı ile yapılmıştır.
Çarşı, genel olarak devlet konularının kamuoyundaki yansımalarını gösteren bir mekân olarak kullanılmıştır. Müslüman ve gayrimüslim esnaflar vardır. Genel olarak hepsi devlete bağlı olarak çizilmiştir. Çarşı daha çok erkeklerin görüldüğü bir mekândır. Dışarıda tek kamusal alan olarak gösterilen mekân, erkek egemenliğinin de göstergesidir. Ayrıca çarşının bulunduğu yerde herhangi bir ev yoktur. O dönem için Osmanlı’da mahalleler bu tür kamusal alanlara kapalıdır. Çarşıyı sarayın dışında yaşayan kamuoyu, halk; sarayı da padişah temsili olarak kabul edersek, padişah ve halk arasındaki iletişimde süreklilik olduğu söylenebilir. Bu iletişim saray içerisinden dışarıya olduğu gibi saray dışından içeriye, iki yönlü olabilmektedir.
İlk bölümde yeniçerilerden biri çıkıp Sultan Süleyman’ın cülus bahşişini hemen dağıtacağının haberini verir. Bunun karşısında esnaflardan biri, “Hay çok yaşasın Sultan Süleyman, veresiyeden canımız çıkmıştı,” der. Bir süre sonra bir başka yeniçeri Kanlı Cafer Ağa’nın katli ve Mısırlı esir tüccarların yasağının kalktığı kararlarını verir. Bunlar saray habercileri tarafından halka duyurulması için doğrudan saraydan çıkan haberlerdir.
Pargalı İbrahim’in ve Sultan Süleyman’ın tebdil-i kıyafetle esnafı teftiş ettikleri sahnelerde, saray içinden dışına bir hareketlilik söz konusudur. İkinci bölümde İbrahim yalnız çıktığında işlerin nasıl gittiğini sorduğu zaman esnaf ona Yahudi esnafın memnun olmasından işlerin iyi gittiğini anlayabileceğini söyler. Burada piyasayı yönlendiren çarşı esnafının yapısı hakkında bilgi verilir. Üçüncü bölümde Sultan Süleyman ile beraber çarşıya çıkarlar. Bir kumaşçıdan kumaş alırken bir yandan piyasayı yoklayan Sultan Süleyman bir yandan da fetihler konusunda esnafın görüşünün ne olduğunu sorar. Esnaf, “Daha o ne ki beyim, Sultan Süleyman eline alacak kılıcı çıkacak yola gör bak daha nereleri fethedecek. İtalya, İspanya …” diyerek Sultan Süleyman’ın gururunu okşar. Sultan Süleyman gülerek “Yok, nasıl gidecek oralara?” dediğinde de Yahudi Esnaf Caşu Efendi, “Gider efendi gider. Süleyman akıllı, bak kaç ayda neler yaptı. Var mısın bir iddiasına koy 100 akçe…” der. Bu sahnede Osmanlı’nın İmparatorluk yapısı, farklı inanç sistemlerinden insanları bir arada göstererek verilmiştir. Ayrıca bu dönemde halk arasındaki savaş algısı hakkında da bir fikir verir.
Bu ziyaretten sonra su satan bir çocuğa rastlayan Sultan Süleyman çocuğun neden mektebe gitmediğini sorunca babasının öldüğünü, annesinin de hasta olduğunu öğrenir. Bunun üzerine Sultan Süleyman çocuğun sıbyan mektebine başlaması ve annesine gümrükten maaş bağlanması talimatını verir. Sarayın dışındaki bu sahneler Sultan Süleyman’ın adaletinin birer örneğidir. Metinde bunlara yer verilmesi, saray dışındaki hayatta Sultan Süleyman’dan memnun olan bir ahalinin varlığını göstermektedir.
Sarayın dışında gerçekleşen saray eğlenceleri de saray dışı ile iletişimi sağlayan etkinliklerdir. 17. bölümde Hatice Sultan ve İbrahim Paşa’nın düğünleri için gerçekleşen eğlenceleri izleriz. Bu bölümdeki şenlikler minyatür tasvirleri gibidir. Çeşitli oyunbazlar geçit alayında hünerlerini gösterir. Halkın katıldığı bu eğlenceler de bir kamuoyuna sahiptir. Bu alayı seyredenlerden bir grup esnaf düğündeki müsriflikten şikâyet eder. Sefere çıkılmamasını İbrahim Paşa’nın eğlence merakına bağlarlar. Bir tanesi “Altın saçtılar, altın yağdı taşlara topraklara, binlerce insan aç karnını doyurdu bu sofrada, Allah bereket versin,” diyerek şenliklerin başka bir yönünü ortaya koysa da diğeri “Böyle saçarsan devletin malını olmaz. Hazine boşalır,” diyerek bu tür eğlencelerin müsriflik olduğu konusundaki düşünceyi sürdürür. Burada Şeker Ağa yanlarındadır ve sinirlenir, esnafa çıkışır, onları nankörlükle suçlar. Sarayın gönüllü sınır koruyucularından biri olan Şeker Ağa işlevini yerine getirmiş olur. Çarşı ve eğlence alanı kamuoyunun gösterildiği sınırlı mekânlardır. Saray içerisinden mutlaka koruyucuların olduğu sahnelerle verilen bu alanlarda bulunan insanlar, dönemin anlatıldığı bir Süleymannâme’de ya da bir Surnâme’de ne kadar yer alabilirse dizide de o kadar yer alabilmiştir. Yer aldıkları zaman da çoğu kez dönemin muhteşemliğine vurgu yapmak, Sultan Süleyman’ın adaletini gösterme işlevini yerine getirmişlerdir. Bunun yanında, iktidara ait memnuniyetsizlikleri de buralarda izleriz.