ALTINCI BÖLÜM
Hayat aslında hiç karmaşık değildir
Altıncı bölümü neyle tanımlayabiliriz; “Eşref benim” mi yoksa “Gülümser adını yaşasın” mı bilemedim. Meziyet’in çıkışı mı Gülümser’in gözünün pırıltısının sönmesi mi dokundu daha fazla karar veremiyorum ama evet, hayat aslında hiç karmaşık değildir.
Giderek olaylar ve travmalar duruluyor artık; mahalleyi ve karakterleri sıkmadan tanıma fırsatımız içindi bu kadar fırtına tezim doğru galiba; bu hafta da Gülali’nin karakter analizi de yapıldı ve döngü tamamlandı; artık mahalleyi tanıyor biliyoruz; her karakterin hangi olay karşısında nasıl tepki vereceğini kestirebiliyoruz; bu aşinalık duygusu bence asıl bağlayıcı faktörü bu dizinin (yine de neden bu kadar dokunduğunu yüreğime çözebilmiş değilim).
Güzel gözlü adamın hastane kapısında gözünü açmasıyla başladı yeni bölüm. Demiştim size berbat bir cliffhanger diye, gerçekten rüyaymış Halil’in gördüğü; şimdiye kadar en olmamış denilen ayrıntı oldu bu benim için. Neyse aceleye geldi diyelim senaryoda, geçelim bu seferlik. Gülümser’in hayatndaki önem sırasını yeniden düzenlemesiyle kapının önünde buldu Halil işte kendini. Gülümser için önce Gülali gelecek belli ki bundan sonra; hatta sıralamanın ilk beşini hep oğlu kaplayacak. Belki belki çok sonraları kendini düşünmeye başlayabilecek yeniden
Hani bir kabus yaşarsın gerçek anlamda; sonra yorgunluktan bayılarak günler sonra uyursun ya, sabah kalktığında bir an kısacık bir an her şey sıfırlanmıştır ve şaşkın şaşkın ayılmaya çabalarken birdenbire çarpar suratına yaşadıkların; işte Fevzi çatıdaki güvercinlerin yanında öyle uyandı. Öte yandan yavaş yavaş toparlıyor ya kendini çok seviniyorum onun yarım gülümsemesini gördükçe.
Gülali’nin hastane kapısından içeri girerkenki baba suratı; babasına öykünmesiyle annesinin şefkat dolu kalbinin çatışması. Çocuğun da elinde değil ki iki zıt karakterin arasında bir oraya bir buraya savruluyor; bir yandan rap rap ezbere öğrendiği tepkileri verirken bir yandan da gözleri yumuşuyor.
Rol modeli kapsamında Eşref nasıl Fevzi’ye “Senin adın Fevzi, babanın adı Selahattin,” dediyse üç bölüm önce, şimdi de Seyfi aynı şekilde Gülali’yi teselli etti; “Ne alakası var oğlum bunun seninle?”
Dursun Dede’nin evinin bahçesi nihayet değer gördü Suna sayesinde. Hakikaten ya ne gerek var içeride yer sofrasına, oturun şurada keyif içerisinde, çay koyun geliyorum ben de :)
Dede de tam yanar döner, ilk önce ne gerek var diye itiraz sonra koşarak masaya ilk oturan kendisi. Salih’e de içim ezildi, o da ister dedesinin takdirini.
Refik; namus uğruna evi sattın, hapisten kaçtın (ben de ne safmışım genel af çıkmış mıydı o zamanlar diye araştırmıştım; başka çareleri var elbet); bir de cinayetlerine cinayet ekleyeceksin ha, peki. Şaşırmıyorum da hadi es kaza başardın, oğlunun suratına nasıl bakacaksın. Evet oğlan seni çok seviyor, çok özlüyor da ama asıl annesine tapıyor. Annesinin kılına zarar vermeyi düşünüyor bile olman oğlanın yüreğinin paramparça olması anlamına gelecek görmüyor musun? Ne namusmuş be.
Suna’nın topuklu ayakkabılarına terliklerine taktım evet, ama ne zaman onları bir kenara koyacak, o zaman mahalleye tam anlamıyla katılmış olacak. Öte yandan mahalleyle arasına mesafe koymaktan gizli bir zevk de alıyor; ilgiyi zahmetsizce çekebildiği için belki. İstediği kadar her karşılaştığıyla sizli bizli konuşsun öyle gözlemler yapıyor yüreğini öyle ortaya koyuyor ki içine işleyen mahalleyi hep belli ediyor böylece.
Eşref’e nasıl da çaktı lafı ama. Gerçekten Eşref sana hiç yakışmadı Suna’yı tembihlemek; görüşürsen o kadınla senin için iyi olmaz ha. Sana ne, sa-na-ne. Ohh Suna da ağzının payını verdi işte; sen ki seni bıçaklayan, anasını boğan Takoz’a kol kanat gerdin dönüp şimdi hangi hakla Gülümser’in etrafını boşaltmaya çalışıyorsun; sen de mi düştün bu namus tuzağına (buradan işlediği cinayetlere bağlanmak gerekiyor tez zamanda; bir ilintisi olmalı). Neyse ki Suna’nın dedikleri açtı biraz gözünü; utandı tepkisinden.
Düğün tam anlamıyla şahaneydi. Yan ürün olarak Suna ve çocuklarının mahalleye entegrasyonu misyonunu da gerçekleştirdi. Krapon kağıdından süsleri, renkli ampulleri değil sadece, tüm acemi dekorasyonları hep yerli yerindeydi de asıl kusursuz romantik tabloyu bölen detaylar güzeldi; Mesela gelinle damadın ikincil rolde olması, ayakta zor durduğu halde illa düğüne geleceğim diyen yaşlı teyze burnundan beslenen haliyle; dağınık oturma düzenindeki el öpme sırası; yamru yumru dans pisti.
Murat zaten hali tavrıyla mahallede Marslı gibi dolaşıyor; daha fazla o kazağı da omuzlarında taşımasın öyle ne olur. Neyse ümidimiz Nurten’de.
Seyfi Nazlı sahnelerini sabırsızlıkla bekliyorum, severim sizin flörtöz hallerinizi. Bu sefer de çok iyidiler; gözleriyle, dudaklarını küçüçük kıvırarak o kadar çok şey söylüyorlar ki birbirlerine. Flört uğruna düğüne bile gidilir; hatta oynanır ( Seyfi dansetmez; ama güzel oynar). Ah be Seyfi kendi yüreğini kırıp dökmeyeceksin diye Nazlı’yı tarumar ettin ama. Bir çağır bakalım uçurtmaya, sen de şaşıracaksın bence. Seyfi’nin gülümsemesi, yüzünün aydınlanmasını görmek çok iyi geldi. Nazlı da Suna ve Murat’tan önce ortama kaynaşabildiğini gösterdi beklentilerin aksine, ne de olsa teyzesinin kızı.
Seyfi’yle Nazlı’nın oyun havası bahanesiyle elele tutuştuklarının da farkındayız değil mi; tamam...
Eşref sahneye çıktığında Meziyet’in beyaz atlı prens geldi bakışı ve daha sonra yüzünün her bir parçasının ayrı düşüşü; bir hayal kırıklığı bu kadar mı güzel gösterilir.
Düğün sonunda Suna ve Eşref’in konuşmaları ilk defa kendileri hakkında; Eşref’in kendi kabuğunu anlatması Suna’ya; kalleşliğin tanımı , raconun anlamı; Suna’nın ise sizden sene geçme çabaları sonra tekrar “siz”e dönüş, daha emniyetli orası.
Meziyet’in kanepede eğreti oturuşundan anladın sen de Suna ama nasıl yaklaşacağını bilemedin konuya. Neyse Suna daha icraat içinde artık; hiçbir şey yapmadan durayım bakayım işler kendiliğinden düzelecek formatından çıktı; Gülümser’i sahiplenmesi yeter. Ama konu Meziyet olunca gene tutulup kalıyor.
“Eşref benim”. Pasif agresif davranıp en fazla anla işte laflarını çakmasını bekliyordum, açık açık söyleyerek ters köşeye yatırdı Suna dahil hepimizi. “Allah senin belanı versin, o da sana bakıyor.” Ne yapsın, ne desin Suna, tutulup kalmakta haklı.
Mahallenin duygusal linci, Gülümser’in açık hapishaneden kürek mahkumluğuna geçişi; bir Reşat bir de Suna var ona elini uzatan. Reşat tam abi; racon kesmeden düzen nasıl sağlanır. Bence Reşat’ın daha çok hikayesi olmalı o merhameti, adalet duygusu iyi gelecek bize. Bunlar çocuk işte hala ya; istedikleri kadar delikanlı olduklarını iddia etsinler, kedi yavrusu gibi masanın altına saklandılar. Zaten dedi ya Gülali annesine “Ben çocuğum, biliyon di mi?” bakalım Gülali annesinin kollarına ne zaman atlayacak; onu o kadar çok özlüyor ki.
Gülümser’in en zalim cümlesi “Artık içme çocuk, bir daha hiç içme.” Halil’in suratına kapıyı kapatmana gerek yoktu, bu laf 50 kapı çarpmasından beter.
Evin toplanmasıyla Gülümser’in de gözünün feri iyice kaçtı işte.O cıvıl cıvıl evden geriye kalan tatsız bir kabuk.
bazen dünyanın sonu gelir
et, kemik,hayal, rüzgar biter
o zaman iki yol kalır önünde
ya dümdüz yürürsün, bitmişlik alır seni de içine
ve bitersin ya da bitmişliğe arkanı dönersin
böylece önünde yeni bir dünya olur
hayat aslında hiç de karmaşık değildir
neyi seçeceksin Gülümser?
Detaylar
· Her zamanki gibi dekorasyon ve nostalji güzellikleri; Gülümser’in evindeki parlak ve renkli lake cilalı mobilyalar; mavi, sarı, yeşil.
· Kolun ¾ ünde altın bilezik sıkıştırmak
· Gülali nihayet sarı çizgili tişörtünü değiştirdin be; ama yine tüm Tshirtler çizgili :)
· Murat ortaokul 3’te mi yani; yok artık! Tamam casting’de daha genci bulunmamış olabilir; o zaman da liseye gider bir çocuk olsaydı hikayede keşke olmuyor mu?
· Refik’in havalı gömleği ve kabarık uzun saçları tam mahalle kabadayısı.
· Eşref’in racon kıyafeti, ceketin önemi.
· Nazlı’nın püsküllü beyaz deri çizmeleri; kışın bunların içinde kırmızı dizde çorap görmek istiyoruz pek modaydı o zamanlar.
· Meziyet’in yağ kandiline yün kılıf örmüş olması.
· Gırgırla ev süpürmesi.