Orhan Oğuz (Yönetmen)
*İkinci Bahar’ı çektim, Baba Evi’ni, Süper Baba’yı çektim, bu polisiye geldi sonra, Devriye idi ilk adı.
*Çizgi roman hastasıyım ben, Kinowa, Tommiks, Teksas, Pekos Bill... Diziye de çizgi roman tadı vermek istedim, kareleri düşündüm hep.
*Çekimleri fazla sayıda kamerayla ve bütün heyecanıyla, ruhuyla, eksiksiz, gerçek gibi tek bir kerede yapıyoruz.
*Sakin bir iş değil bu. Yani bir kafede iki sevgilinin oturup uzun uzun muhabbet etmesinin hiçbir anlamı yok bana göre. Tabii ki bir kafe sahnemiz olabilir ama mutlaka arkada bir kavga çıkar, olay olur.
*Yayın saatlerinde yemek yiyor izleyici, bir yandan radyo gibi diziyi dinleyerek. İnsanın aklını meşgul etmeyi düşünüyor, ona göre kurguluyorum çekimi. “Bana bakın, bana bakın!” diye vuruyorum esasında ekrana. Ben vurunca seyirci dönsün, bir daha da bırakamasın diye bir hayal kurdum. 10 yıldır da böyle yapıyoruz.
*Polislerden, avukatlardan gerçek hikayeler alıyoruz. Bu gerçekliğin getirdiği bir albenisi de var dizinin.
*Bizde fotoğraf çekilir ama paylaşılmaz. Önemli bir fotoğraf varsa, onu ben paylaşırım. Özgür’ün (Ozan) vurulması sahnesinde, o secde halini çektim. İnstagram’a koydum. Altına da yazdım: “Ölüm, secde, neler oluyor?” 39 bin like geldi, bir şeyler oluyor dedim, arkadan sökün etti zaten. Eski izleyicimiz de döndü geri. Kızım aradı, “Baba kimseye söylemeyeceğim, ben bilmek istiyorum,” diye, ona da söylemedim. Gizemli bir durum yarattık.
*İyi dizileri izliyorum, en son True Detective izledim.
*Güneş batıyor, iki sevgili el ele yürüyor türü çekimlerden nefret ederim, hiç sahici değillerdir. Genel İstanbul görüntülerini de gecekondu bölgelerinden, arka mahallelerden alıyorum.
*Çekim sırasında da oyun kuruyoruz. Mesela bir kahveyi basıp birini yakalayacaklar. Ben kameramanlara adamın fotoğrafını gösteriyorum, “İçeride şu adamı bulacaksınız, önce bulana da bir lira vereceğim,” diye. O kameralar nasıl arıyor içeriyi biliyor musun, önce ben bulacam diye… Bazen koşarken kameraları oyuncuların eline veriyorum, kendileri çekiyor.
*Geçenlerde sekiz kamerayla, tek bir turda bir sahne çektim (403. bölümde). Gerçek çevik kuvvet ve toma geldi. Çevik kuvveti kenara çektim, dedim ki, “Arkadaşlar dizi çekiyoruz, bu çocuklar birazdan size taş filan atacak, oyuncu onlar.” Çocuklara da gittim, “Bakın,” dedim, “polisler, vurun!” Çocuklar da yapma taşlar atıyor. Kameraları yerleştirdim, tam kaos ortamı; mahalleli gençler ortalığı yakıyor, yanan lastikler yuvarlanıyor, toma su sıkıyor. İki buçuk dakika filan sürdü, bir turda çektim. Sonuç olarak polislerden birinin boynu çizildi, çocuklardan da birinin tırnağına bir şey oldu. Önlemlerimizi iyi alıyoruz. Bugüne kadar neler çektim, şükür hiçbir kaza olmadı. Bombalar patladı, evler uçtu havaya, arabalar çarptı insanlara…
İşte Çevik Kuvvet’li, Toma’lı, tek seferde gerçekleştirilen çekim.
*Sekiz saatten fazla çalışmayız, bizde sabahlama yok. Ben sıkılırım, yapamam zaten. Ama disiplin var, herkes ne yapacağını biliyor. Tatil çabuk geliyor o zaman.
*Demokrat bir set olmasını sağladım. Herkes benim disiplinlerime uyar. Çaycıdan bana kadar herkes eşit. Oyuncular kapris yapamaz. Onlar dışarıda ünlüdür, setin içinde herkes aynı.
*Tretmanı bilirim, senaryoyu hiç okumam. Hemen çekime geçeriz.
*Polisle halk arasındaki perdeyi kaldırmaya çalıştık. Bizim görmek istediğimiz, halkı için kendini ateşe atan polisleri yaptık. Gezi’de “Rıza Baba neredesin?” diye yazdı çocuklar. Sonra da “Rıza Baba ekibin tam pislik çıktı” diye yazdılar.