Neresinden girsem konuya diye düşünüyorum bayağıdır. Nereden girersem gireyim, bu Fandom’a haksızlık edecekmişim gibi geliyor. Yani buradaki amacım diziyi özetlemek olabilir ama açıkçası Fandom’u diziden daha çok seviyorum şu an. Geçen hafta yazı yayımlandıktan kısa bir süre sonra bir kavga kıyamet aldı başını gitti. Deniz Dargı’ya öl bit’ler, hiçbir dizin tutmasın’lar, kalbiniz diyorum, olmalı, nerede? Eleştiri saygı çerçevesindeyken çiçek yalnızca. Sesimi duyan var mı? Geçen haftaki kısmı buraya kopyala yapıştır yapıyorum, benim derdim başka çünkü. Olaylar koptuktan sonra Şekerli Fandom bir örgütlendi ki Allah Allah diyorum. Ya siz bal mısınız, şeker mi? Duygusunu yitiren AlSel sahneleri için, genelden elimizi ayağımızı çekelim dediler, ehh benim takip ettiklerim gayet çekmişti. Allah için bir hafta gık çıkarmadılar, yapacakları eleştiriyi saygı çerçevesinde yapıp, sitemlerini sunup çekildiler köşelerine. Zaten günlerce tartıştılar kendi tag’imizi koyalım diye, yaptılar da. Tag aldı başını gitti, daha yeni bölüm girmeden dünya sıralamasındaydı. Vallahi koca bir tebrik paketi sunacağım size Şekerli Fandom. Kaç senelik dizi izleyicisiyim şurada, ben böyle bir şey görmedim, duymadım. Tenhada sıkıştırıp, avuç içlerime tahta cetveli sallamayacaksınız bir şey itiraf etmek istiyorum yalnız. Geçen hafta biraz da bu yersiz küfürlerin hışımıyla, ‘Çok abarttı bunlar da yeaa!’ demiş olabilirim. Ucundan ama vurmayın hemen. Bölümü de bir nebze sosyal medyadan uzakta izlemiştim. Bu hafta dedim ki; telefon elimden düşmesin, her tepkiye bakayım izlerken ve biraz da dikkatli izleyeyim bu kadar duyurmaya çalışıyorlar, hakkat bir şey var demek ki dedim. Tam olarak uyguladım, konuyla ilgili görüşlerimi birazdan aşağıda okuyabilirsiniz. Bir tepki verilecekse illa, böyle çiçekli verilsin, hep destek, tam destek. En son baktığımda 156 bin’deydi #alselinhikayesi, yürüyün be kim tutar sizi Şekerli Fandom.
Mavi. Kredin o kadar sonsuz ki bende saçmalığın dibine vursan -ki bu bölümde vurduğundan fazla ne kadar vurabilirsin bilmiyorum- kızamayacağım sana. Sosyal medyadan takipteydim dedim ya, orada kimse bir anlam veremedi bu Ali’ye. Ben dedim ki geçen Özetliyorum’da: ‘Bu çocuk hala kanıyor, görmemiş olamazsınız.’ Duygusuzlaştı Ali. Hissizleşti. Gözlerine duygu yükleyerek geldi bu adam, ne kaldı elinde? Hala güvenemediği bir baba, güya oğlunu kazanmaya gelmiş ama oğlundan başka her şeyle uğraşan ikinci bir baba, aklı başına gelsin diye yapılan ama arka planında komedi gizli -ki işin komedi kısmıdır kanıma dokunan- plan yapan bir sevgili, Ali’nin a’sını ağzına almayan bir de üstüne düğün hazırlığı yapan bir anne. Ben yazarken darlandım, nefessiz kaldım. Şimdi bana der misiniz bu çocuk saçmalamasın da n’apsın? Çocuk senelerce baba bilip, sevgi dilenmesine rağmen şiddet içeriğinden vazgeçmeyen babasının, babası olmadığını öğrendi. Bence bırakalım da bazı şeyler ona saçma ve boş gelsin. Hissizleşmek bir tercih. Olaylar karşısında verilebilecek en kötü tepki. Duygusuzlaşmış ya da öfkeyi tek seçenek haline getirmiş bir insanın kaybedecek şeyi yoktur. Ya hiç kazanmamıştır ya da çoktan kaybetmiştir. Ali pek kazanamayanlardan. Hissizleşmesi ve sıradanlaşması bu noktada en doğal tepkisi. İşin Selin kısmından bakarsak, dedim ya kazanamayanlardan, dolayısıyla az buçuk kazandığında onunla ne yapacağını bilemeyenlerden. Selin’i kaybetmek istemiyor ama kaybedebilir, bunu bugüne kadar, bu kadar hissetmedik Ali’de çünkü, ne kadar gereksiz de olsa, bir evlilik teklifi yapacaktı Ali ve ‘Ben kendimi kafesletemem!’ geldi karşı taraftan. Mesajı aldı deyin, ne derseniz deyin. ‘Böyle bitmeyecekmiş, hiç kimse gitmeyecekmiş gibi yaşıyorum ama Selin tam olarak burada değil, bir şey yapmam lazım,’ dedi Ali. Buz pistindeki o uzaklığı, o herkesleşmeyi ancak böyle düşünerek kabul edebildim kendi şahsım adına.