"Hayat bugünden ibaret değildir hiçbir zaman. Ben bunu çok küçük yaşta anladım. Yaşadığım acının en büyük acı, mutluluğunsa en büyük mutluluk olmadığını. Yaşarken farkında değiliz belki evet. Ama içimize işleyen tüm o anlar, kişisel tarihimizin bir parçası oluyor. İşte bizi biz yapan, şimdi belki buruk bir tebessümle andığımız o hatıralar aslında. Geçmiş acıtarak, büyüterek geleceğe hazırlar bizi. "
Bu hafta içimiz burularak ama kendimizi değerli hissederek izledik 30. bölümü. Çok çok sevgili Barış Arduç hastaydı, onsuz izledik, eksik hissettik. Ama koca bir ekip, onlarca oyuncu var bu dizide, bu yüzden ki yine oturduk izledik. Kolaj yayınlamak yerine olabilecek en kısa zamanda hızlı hızlı planını yapan, senaryosunu yazan, mekanları ayarlayan, kafa yoran, yorulan bütün ekibe kocaman teşekkürler. Neler neler okudum. Vay efendim şöyle mantık hatası, böyle çile. Oyuncular da mı fark etmemiş bilmem ne. Böyle olması gerekti, dileyen bu bölüm yokmuş gibi davranabilir. Ben de dahil herkes her şeyi biliyor zaten. O halde her şeyi bildiğimiz halde hiç onlara takılmadan, accuk gülümsetecek iki kelam da ben edeyim.
Put pu pu pu put
Put your hands up in the air
Put your hands up in the aiir
Put your hands up put your hands up COME ON BODY
Eğlenmeyek mi?
*Ömer güvenmez, Ömer ciddidir, Ömer'in duvarları vardır, atlayıp geçmeye çalışırsın totodan çeker aşağı indirir, zordur Ömer. Çok küçük bir çevresi, çok geniş bir algısı vardır. Olgundur, çünkü genç yaşta olgunlaşmak zorunda kalmıştır. Kimi Ömer gibi acılarıyla katılaşır ve bir yandan da böyle olgunlaşır, kimi de Defne gibi çocuk kalmayı tercih eder. Çocuk kalsın, ciddiye almasın ki ciddiye almaya başladığında gireceği buhrandan kaçsın.
Ömer'i bu hale getiren neymiş, İz neden unutulmayı hak etmiş, Defne hayallerinden nasıl vazgeçmiş, Nihan’la ve İsmail'le nasıl böyle üç haramiler olmuş, İsmail'deki bu atar ve giderin güçlü duruşun sebebi ne, Yasemin neden geçmişini unutmaya çalışıyor, Sude neden manyak, Koray böyle pasta yapmayı nerden öğrendi gibi tüm bilgileri öğrendiğimiz bir bölümdü.
Hızlı girişleri severim. Mesela Sinan hep tatlışmış kardeşim. Sinan ve mutluluğun kesin bir ilgisi var. Adama deli enerjisi geliyor, her an pıçakları çıkarıp kolbastı oynayacak gibi. Ömer'in bir numaralı arkadaşı, kankisi, kankeytörü, kankimatik'i.
Yalnız o İz neymiş ya...Allah'ım biliyordum, umut hep var. Kezolar da güzelleşir. Tövbe rabbime o kazaklar kıyafetler...Acıydı. Kızın illa bi pasaport görmesi gerekiyormuş toplaması için, iyi toplamış.
*Yemeğinden saç teli çıkan Yemekteyiz Sahra Hanım hüznüne bulandım. Yaptığım kırmızı beyaz Türk bayraklı pirinç pilavının içine Nöro'nun peruğunu çekip atmak istiyorum. Neyse ki Nöro dünyalar tatlısı. Henüz ruh hastası kızı yeterince ruh hastası değil, Koray'la daha besties olmamışlar da meleklikten meleklik beğeniyor.
Ömer'den annesinin hastalığının ehemmiyetini saklamışlar, pişmanlık ve vicdan azabıyla yüzüne bakamıyorlar. En mutlu günü annesinin vedasıyla bozuluyor çocuğumun.
Çocuğun zaten sinirler bozuk, bir de o deli manyak dedesi üstüne kat çıkıyor. Yoooo hiç hayalkırıklığına uğramadım amca, kalpsizsin yaparsın çünkü. Neden dedesinden bu denli diskindiğini zaten biliyorduk ama yüzümüzle görünce bir tüküresimiz gelmedi değil.
*Kızın adı "siz de mi partiden sıkıldınız?" olsun mu? Bence oldu. Buldu tabii potansiyeli, hemen yanında bitti. Yalnız bu kız iyiymiş, keşke büyümüş kocaman olmuş haliyle yine görsek böyle birini. Bazen ilgiyle dinlerim, bazen yeter kafa açma diye elimdeki çekirdek çöplerini kafasına atarım. Değişik yani, sevdim. Ama bir miktar kırgınım, BURALARI KİMSE BİLMEZ Mİ? Arkadaş 4sq yok o zamanlar diye mi rahat rahat attın, görmemezlik pelerini mi giydin ne yaptın? Bari o esnada kimseyi geçirmeseydiniz de mavi saçlı değuşuğa sardırmasaydım.