Bir Kiralık Aşk bölüm yorumlamasında daha sizlerleyim, sevgili Kiralık Aşk severler, ama ne bölüm. Kahkaha da attım ağladım da, sizler de okurken biraz gülecek belki biraz da duygulanacaksınız. Sözü uzatmıyorum ve geleceğe ışınlanıyorum. Haziran 2016.. Mendil ve ayakkabılardan metafor yaparsak Ömer'le Defne'nin düğünü. Belki de Sinan ve Yasemin'in. Sinan bu; aniden Derya'ya aşık olup, onunla da evleniyor olabilir, belli mi olur? Ama Ömer damatsa, Defne'yle evlendiği kesin. Eğer öyleyse, umarım Defne'nin gelin ayakkabısını Ömer İplikçi tasarlamıştır ^.^ Evet farkettiğiniz üzere düğünün gelin ve damadı muamma kafamda, hatta belki de çifte düğün. Ama Koray'ın düğünü değil, buna emin gibiyim. Sinan, Ömer'den daha heyecanlı. Kiralık Aşk oyunu ortaya çıkmış ve Ömer herkescikleri affetmiş olamaz herhalde öyle hemen, demek ki sır daha kilit. Yok çıktı ve hallolduysa, ters köşe gibi ters köşe, severim. Amaaaan şunun şurasında Haziran'a ne kaldı ki, biz neleri sabırla bekledik, bunu mu bekleyemeyeceğiz? Vuslat diyorum vuslat. Hala bu anın yaşandığına inanamayan birisi olarak, anladım ki sabreden Derviş elbet muradına eriyor.
Biz Nisan 2016'ya dönelim..
"O çocuk, o çocukmuş" ya vallahi değil, sen de sen değilsin ki zaten, neyin duygu seline kapılıyoruz? Fikret geldi, İplikçi Home'un ortasında, Ömer'i kan çanağı olmuş ağlamaklı gözleriyle süzdü, kesti, yedi, bitirdi. Bakıyor, bayağı bakıyor, bildiğin bakıyor. En çok o bakıyor. Help me! Ambulans çağırın, kalbim tekliyor. Defne desen, "Kanka ben hiç bölmiyim kal geldi şu an bana," modunda. Ay Fikret hala Ömer'e bakıyor. Ben o simurgu alıp, duvara fırlatmak suretiyle çerçevesini kırıp, kumaş parçasını yakmıştım çoktan. Kötüler kötüsü Deniz ile güya iyiler iyisi Fikret, bence birbirleri için yaratılmışlar. Hep bir hadsiz davranışlar, zamansız ve yersiz ev, iş yeri ziyaretleri, samimiyeti umursamadan mahrem alana tecavüz falan. Birlikte olup birbirlerini dengelesinler işte bunlar. Yalnız düşününce, kimseyi sevmemezlik yapmadım ben, seni sevmediğim kadar Fikret, sana buralardan ekmek çıkmaz, Deniz'i bile veremedim sana, İso'ma asla bulaşma sakın bu saatten sonra. Ömer İplikçi ile, -zekası kişiliğinin en belirgin özelliklerinden biri olan adamla- resmen dalga geçiyorlar. Dalga falan da değil, bildiğin adamın zekasını yok sayıyorlar. "10'da toplantımız var diye geldim." Kardeş, sana bu hakkı kim verdi? Ne zaman ilişkinizde bu çat kapı damlama seviyesine eriştiniz? "Seni rüyamda gördüm," desen, daha inandırıcı olurdu. Bu arada Defne hala "Kanka ben bölmiyim, kal geldi şu an bana," moduna devam. Mıh gibi çakılmak tam olarak bu sanırım, olan biten çok fazla geldi. Hani Fikret ve Ömer öpüşmeye başlasalar, öyle kalıp izleyecek gibi. Meriç Acemi yazdıysa bozsun. Yeter be yeter, azalarak bitemediniz hatta çoğaldınız.
Yanarım yanarım Ömer, Defne'ye yine çiçekleri veremedi ona yanarım. Bakın söz konusu çiçekse kutsal bir lanetlenme yaşıyoruz. Bir adet Ömer İplikçi, bir demet çiçek ve birkaç adet alışveriş poşeti üçlüsünü aynı karede gördüğümde, "Nayır, nolamaz!" diye bas bas bağırıyorum, komşulara karşı çok ayıp oluyor. Bir sevgilim olsa ve bu sahnelerde beni görse; "Bu kız romantik değil demek ki, en iyisi ben ona çiçek almayayım," diyecek, papatyalardan da olacağım. "Hayır aşkım bak anlamıyorsun, aç birinci bölümden başla, aşkım konu çiçek değil yoksa romantik, bir dakika aşkım bak severim aslında çiçek alan erkekleri, hayır aşkım alışveriş meselesine de garezim yok..." Ay kabusumuz oldu milletçe, Ömer'in ellerinden Defne'ye çiçekler devir teslim yapılabildiğinde, gidip şükür namazı kılacağım, vallahi.
Ömer'im İplikçi'm, evet Defne mütemadiyen saçmalıyor karşında, ben de farkındayım. Simurgun hayatının yönünü nasıl değiştirdiğine de şahit oldum. Hatta 30. bölüm yorumlamamda böyle anlatmıştım mavi saçlı kızı; "Bu adam şimdi hayatını nasıl birilerine güvenmek üzerine kursun ki? Üstelik annesinin hastalığında, en büyük teselliyi, sokakta hiç tanımadığı bir kızdan görmüşken, kız onu hayatı boyunca aklından çıkarmayacağı anka kuşuyla ödüllendirmişken, etrafındakilere nasıl gözü kapalı inansın?" Ama yıl olmuş 2016 Ömer'ciğim, diyeceksin ki, "Sen varsın artık Defne. Bundan sonra, çok da önemli değil, anka ya da yeryüzündeki başka bir kuş, kedi, köpek ya da masal kahramanı, peri vs vs..." Evet Ömer'im İplikçi'm, bu kadar uzun cümleler kuracaksın, hiç germeyeceksin bizi. Nasıl ve neden açıldığını anlamadığın konulara, sorgusuz sualsiz, "İlle de sen Defne," diye katılmak zorundasın. Elbette Ömer'e de çok yüklenmemek lazım. Adam verebileceği en gerçekçi cevabı verdi, nerden bilsindi, aşık olur muydu, kızı tanımıyordu. Ömer, yalnızca Defne'yi sevecek bizler bunu biliyoruz ama bilmesi gereken Defne, yine de bu olayı kaçırıyor diye kızmayacağım ona, çünkü Ömer'in "Seni seviyorum," demesi gereken bir ilişki var ortada. Sözlere değil, davranışlara odaklanan biriyimdir, aynı Ömer gibi. Yani "Bana beni sevdiğini söyleme, hissettir," mottosuna inanırım. Ama bu demek değil ki, sözler de çok önemsizdir. Hayır efendim, çok da önemlidirler. Bazı sözler güç verir hatta. Defne aşka gelip patır patır sıraladığında güzel sözleri, gülümseyen Ömer Bey'lerden de aynını bekliyorum artık. Zamanı geldi, geçiyor bile.
Kız diyor, seni diyor, karşımda gördükçe diyor, ah nasıl verimli olacağım diyor. Kız seni yerler, yerler!! Senin varlığın Ömer'e ilham, bundan daha büyük verim mi olur? Ben Defne olsam, Ömer "Koviyim mi?" diye sorduğunda, "Eh zaten kovmuşluğun da var," der, bir şakalar şükelalar yaparım mesela. Bunlar hep bir geçmişi yad etme telaşesi. Kız her gün beraber gittiniz işe, Passionis'e gidiyormuş da, kapıda bekliyormuş da, ne giymişmiş Ömer de, nasıl bir kusursuzlukmuş. Nereye bayılıyoruz? Zevkten bayılcam, lütfen izin verin. Ömer de durur mu, yapıştırıyor cevabı, çok meşgul olduğunda diyor, kalemle tutturduğun saçların diyor, sonra salardın diyor, odama diyor, gelirdin diyor, kokusu burnuma çalınırdı diyor. Ben de derdim koskoca Ömer İplikçi, neden Defne odaya girdiğinde, imparatorluk koltuğundan kalkıp da koltuk kollarına oturuyor diye. Bunlar hep kokudanmış, edalı hallerdenmiş. Ah Ömer'im İplikçi'm, her ne kadar zamanında Şükrü Abi'me anlattığın mutfaktaki tatlı telaşlı Defne hala favorim olsa da, Passionis'teki Defne gözlemlerini pek bir sevdim. Sık sık mı yad etsek geçmişi? Defne kaçın kurası elbette, nasıl anlamadığına şaşırıyor. Bebeyim, zaten biraz durgun akıllı olmasan, bugün bambaşka yerlerdeydik, belki İtalya'da mesela, şarap içiyorduk, makarna eşliğinde. Ama çok tatlı konuşuyorlar, gerçek bir sevgililer artık, iletişebiliyorlar diye seviniyoruz, Allah'ım ne büyük ilerlemeler bunlar. Şükrü Abi'm, "Evlenmeden zinhar öpüşemezsiniz" düşüncesiyle, hasta yatağından hissetti, kalktı geldi, Ömer'i aradı geç kalıyoruz bahanesiyle. Sen de mi be Şükrü Abi'm? Şunun şurasında, Ömer ve Defne'nin öpüşmesini engellemeyen bir sen kalmıştın.