Sabrınız için ekstra teşekkür ederim; bizimkilerin çoğunu sona sakladım çünkü söylemek istediklerim, kırgınlıklarım, serzenişlerim var da, izninizle.
Hiç huyu değildir aslında iş ile ilgili şeylere odaklanamamak ama bu sefer farklı, çünkü yapmaması gerektiğini düşündüğü bir şey yaptı, kendini suçlu hissettiği bir şey. Ömer'in o masum, çekingen, korkak bakışlarıyla "Kızdın mı?" sorusu size de o kavak ormanında annesine aynı soruyu soran küçük Ömer'i hatırlatmadı mı? Defne sadece sevgili değil ki Ömer'in hayatında... Ömer ne kadar boşluk varsa hayatında Defne'yi koydu o boşluğa, Defne bile bilmiyor bence bunu; Ömer'in hayatında sandığından çok daha fazlası aslında. Nasıl olmasın ki? Sır gibi sakladığı yaralarından öptü Ömer'in, sihirli eliyle karanlıktan aydınlığa çıkarttı, iki kişi olmayı öğretti, aşık olmayı... Kime üzüleceğimi şaşırdım desem yeridir; bir yandan Ömer’in, bir yandan da "Neden korkuyorsun?" sorusuna Ömer'in getirdiklerine alışıp bir gün onu kaybederse kendi ayaklarının üzerinde duramamaktan korkan ve bunu da açık yüreklilikle itiraf eden Defne'nin çaresizliğine çıkmazlarına üzülüp aynı zamanda da dağ evinde yüzünü ezberlemeye çalışırken benzeri şeyleri söyleyen ve daha sözlerin üzerinden saatler geçmeden Ömer'i bırakıp giden Defne'yi düşünüp korkuyorum. Yine ürkecek pes edecek kaçıp gidecek diye ama Ömer'in annesinin ölüm yıldönümünde verdiği sözü aklıma getirip içimi rahatlatıyorum, siz de öyle yapın bak çok iyi geliyor.
Bu bölüm herkes Ömer'in üstüne gitti demiştim, baksanıza adam "Bakmıyor yüzüme, ben kötü bir şey yapmadım," diye diye dolaştı. Canım Sinan'cım sen de vicdan gibi konuşmayı keser misin? Ömer ağlıyor da şu an. Ciddi ciddi "özür dilemek" deyimini anlatıyor, bir de prova yapmayı düşünüyor; sadece bir an için Ömer ve Sinan'ın böyle bir şey yaptıklarını düşündüm de aklımı kaçırıyordum, çaktırmayın ama Sinan'ın Defne taklidini ve Ömer'in buna vereceği tepkiyi deli merak ettim. Neyse bakın şurada kuzu kuzu yatağında kaslarıyla birlikte oturmuş Defne'sinden nasıl özür dileyeceğini düşünen Ömer İplikçi var; aa mavi ekran mı o? Sabah da yatağın diğer tarafının boş olduğunu görünce "Bu ne biçim sabah?" bakışını atan ve yine yine hiçbir şey yemeyip işe giden Ömer'ler umarım açlıktan bir yerlerde yığılıvermez, melankolik şekilde kalkıp ağır ağır hazırlanan sonra da ne olduysa yoluna mutlu ve heyecanlı devam eden Ömer beni şaşırtsa da aynı zamanda aynı heyecanla şirkete gelen, bütün kırgınlıklarını bir kenara bırakan Defne'ye daha bir şaşırdım ve kader yine oyununu oynadı, normalde hiç asansörleri ıskalamayan insanlar barışacaklar ya, denk gelemediler işte; hayalleeer, hayatlaar..
Canım bir çekilir misiniz burada barışmaya çalışan iki insan var diyordum ki tam tabii ki çekilmediler!! Derya bir şeyi de üç saniyeden fazla içinde sakla! Oysa ki Defne hemen gelsin de barışsınlar istiyordu. Ömer'in kafasının bu kadar karışmasını yadırgamadım ben; sonuçta bu kız asistanıyken bile bu adamın postalarına bakmazdı, öyle resepsiyonmuş falan hiç alakadar olmazdı; haliyle birazcık tutarsız ve aşırı bulduğum ama çok da haklı olduğu çıkışını yaptı: "Benim olan her şey senin ama bana gelen postalarla ne işin var senin?" Bize oradan bir matematik profesörü piliis, Ömer'in tutarsızlıklarını hesaplatıcam da eli değmişken Defne'ninkilere de bir el atsın. Tutarsızlık falan diyorum ama düşünün ki birini deli gibi seviyorsunuz, hayatınızın her anına, her saniyesine onu yerleştirmek, kafanızı çevirdiğiniz her yerde onu görmek istiyorsunuz ama o insan sizden sürekli bir şeyler saklıyor, hiçbir derdini paylaşmıyor, aranıza saklılar gizliler giriyor. Bir Ömer İplikçi kaç sırra katlanabilir, bunun testi falan var mı? Ha anladım, denemelere devam ediyorsunuz. Adam zaten Defne'nin "inandığın her şeyi altüst edecek bir şey" deyip söylemediği şeyi bile kabullendi ama bir sınırı da var tabii; bu kadar vazgeçebildi kırmızı çizgilerinden.Ömer'e yeteri kadar hak verdiğimize göre Defne'ye gelelim biz: Sırrı, Defne'nin çıkmazlarını bildiğimiz ve bunların 46 bölümdür sıkı takipçisi olduğumuz için her şeyi bilip hak verebiliyoruz. Dediğim gibi kendi penceresinden çok çok haklı Defne. Ömer'in her şeye rağmen dimdik duruşu, sürekli doğru oluşu, hata kabul etmez tavırları elini kolunu bağlıyor Defne'nin. Belki bu çıkışı Ömer'i biraz olsun köşeli taraflarını zımparalamaya iter.
Bir de gidip de gidemeyen Fikret'in o ortalıklarda dolaşan, sonunda Defne'nin kabullenişi ve tepkisiz kalışıyla yine Ömer'in olduğu yere dönen mektup meselesi var değil mi? Bir bitemedin be Fikret! Defne'nin Necmi'den akıl almasından çok memnunum, şu sıra en makul olan kişilerden biri (tabii Neriman ve Koray arasındaki alakasız diyalogların arasında delirip gitmezse). Söylediklerinin hepsi resmen içimden geçenlerdi "Bu saatten sonra bunu affedecektir, affetmeli" yeni tertemiz bir sayfa açıp başlasınlar artık. Benim tercihim her şeyi Defne'nin anlatması ama, başkası asla değil, olmamalı; sonuçta onun yaşadıklarını, duygularını kendisinden daha iyi kim ifade edebilir ki?
Mektubun Ömer'de olduğunu öğrenen Nihan bizlerin sesi oldu resmen oralarda ve çok da gerçekçi bir şeye parmağını bastı "Bütün bu hikaye belki bitti bile.."
İçiniz rahat olsun bu hikaye daha bitmedi, ne Nihan'ın söylediklerini duydu Ömer ne de mektubu okudu. En kötü Nihan'ın söylediklerinin sonunu falan duymuştur. Defne'yle aralarında çözemediği bir şey var ve Fikret'ten gelen mektubu okuyacak öyle mi? Ömer bu, adam Defne'yle bozuk olunca normal insanlar gibi yaşamayı bırakıyor, beslenmiyor bile be! Ayrıca bir şekilde o mektup hiç okunamayacak bence, belki Koray'ın bastığı ütü buharı, belki de Defne'nin postalarına bakmasını buna yoran Ömer'in mektubu Defne'ye vermesiyle biter bilmem ama nacizane fikrim Ömer'in o mektuptan hiçbir şey öğrenmeyeceği.
Bildiğim ve emin olduğum tek bir şey var: Hem Ömer'in hem Defne'nin içinde kor kor ateşler yanıyor ve daha da böyle giderse Kursakta Kalanlar yerine 10 Adımda Defne ve Ömer Gibi Mutlu Olamama Rehberi yazacağım ama umarım böyle bir şeye gerek kalmaz :) Şaka bir yana, hiç sıkmadı beni bu bölüm; tek üzüldüğüm Elçin Sangu'yu rahatsızlığından dolayı ekranda daha az görmüş olmak ama sağlık her şeyden önemli, kısa zamanda acil şifalar diliyorum. Çok çok geçmiş olsun, nazar boncuklarınızı takın ama, olmuyor böyle. Daha önce de kendisi rahatsızken bölümü sırtlayan Elçin Sangu'nun yerine şimdi de bölümün çoğunu sırtlayan Barış Arduç olmuş, ona da kocaman sevgiler. Eminim ki böyle durumlarda bir şeyleri yetiştirebilmek gerçekten emek işidir, herkesin emeğine ve yüreğine sağlık. Gün gelecek tıpkı daha önceki olaylara şimdi dediğimiz gibi şu anki olaylara da "Biz neleri atlattık," diyeceğiz. Sabırla kalın.