En çok Ayşegül’e üzüldüğüme karar verdim.
Travmalarından kaçtıkça, onlardan korunmaya çalıştıkça hepsi daha fazla geliyor üzerine. En uyduruk bir oyuncakçıda dahi içinin deriniyle karşılaşıp ağlayabiliyor mesela. İnsanın içi gidiyor. Zaten Poyraz’dan almadığı darbe kalmamış, üstüne bir de anıların getirdiği acıların sızısı yıkıp geçiyor onu. Ben de geçip karşısına o gülerken de, ağlarken de, kahkaha atarken de, her durumda yani, üzülmek istiyorum ona. Ayıp ediyorum biliyorum ama yine de böyle geliyor içimden. Onun her halinde bir sızı saklıymış, bir açık yara halinde dolaşıyormuş gibi hissediyorum. Ben ne kadar da ayıp ediyorum, yine. Şimdilik Ayşegül’le ilgili iki sıkıntım var: Birincisi, burkulmuş bileğiyle bir anda nasıl hiçbir şey yokmuş gibi yürümesi ve bu olaydan birkaç dakika sonra da burkulmuş halinin acısıyla sekmeye devam etmesi. İkincisi, uçağa neden her seferinde benim tahayyülüme göre uçakta hiç de rahat edemeyeceği kıyafetlerle binmeyi tercih ettiği. Bu ikisini de çözersek, Ayşegül’le aramı birkaç sezon daha sorunsuz bir şekilde iyi tutabilirim. Anlaşabiliriz yani.
Poyraz’ın oyuncakçıdaki içtenliği Ayşegül’ü daha da yıpratıyor bu arada. Hatta sonrasındaki görüşmeleri, Ayşegül’ün rüyasında sayıklamaları, sonra Poyraz’ın onu arayıp sesli not bırakmasına rağmen telefonuna cevap vermemesi- hangi birine dayansın Ayşegül? Hangi ülkeye gitsin, kaçsın, yerleşerek geleceğini perişan etsin?