37.Bölüm yorumlamama başlarken kaç haftadır Kiralık Aşk'a ne kadar çok yüklenildiğini düşündüm. Oturdum eski bölüm yorumlamaları mı okudum. Ortalık olmuş yangın yeri, seyirci ve ekip ters düşmüş, dedim ki kendime, "Sen bari sakin ol Dilara" Sonra word'un bana verdiği kalbiniz kadar temiz sayfayı açıp, bir saat kadar izledim. Sonra dedim ki, "Yok böyle olmaz, her zaman içinden geçeni aklına geldiği gibi yazan sen, ne düşünüyorsan gene onu yazıcaksın, yoksa klavyenin tek bir tuşuna basmak gelmiyor içinden" Evet, hayatımın her alanında, hissetmediğim şeyleri dile getiremediğim için, çoğu zaman kaybettim ama yine de dürüstlüğün en hakiki şey olduğuna olan inancımdan gram ödün vermeden ilerlemeye devam edeceğim. Çünkü bunu yapmazsam, bu benim yazım olmaktan çıkacak, ben de bir çok kişi gibi sadece bir izleyiciyim. Ve ne görüyorsam onu yazmak ve ne göremiyorsam onu dile getirmekten kaçınmamak zorundayım. Mesela neden 120 dakikayı aşkın sürede sadece yaklaşık 10 dakika Defne ile Ömer'i yanyana görüyoruz diye sormak zorundayım. Ve neden ilk 60 dakikanın içinde, ödül törenlerinde uğruna kategoriler açılan, tüm dizilerin en yakışan çifti ilan edilen esas çiftim neden yan yana gelmiyor. Üstelik onları bıraktığım yer, öyle sıradan bir final sahnesi değil ki, dizinin başladığı yere konsantre olmakta güçlük çekiyorum. Fikret'in karşısındaki Ömer'in bağırışları geliyor aklıma, caps yapmamak için zor duruyorum.
Hayat meraklıdır şaşırtmaya, bölüm bittikten sonra hemen açıp tekrarını izlemek için koştuğum da, aynı diziydi diye düşünerek başlıyorum. Bölüm yorumlamasının hakkını vermek için, her detayına hakim olma hissi kaplıyordu içimi. 23 yaşındayım, Kiralık Aşk hayata bakış açımı değiştirmedi benim. Hayata benimle aynı pencereden bakabildiğini gördüğüm yanlarını sevdim ben Kiralık Aşk'ın. Bazen Ömer'in bazen de Defne'nin esasen. "İyi" ve "kötü" insana inanmam. Herkesin içinde iyi ya da kötü yanlar olduğuna inanırım daha çok. Hangisini geliştiriyorsak o'yuz yani ve bence her insan biraz gri. Gri'nin tonlamaları da bizim iyiliğe ve kötülüğe yakın taraflarımızı temsil ediyor diye düşünüyorum. Bir de en önemlisi şu var, iyilik ya da kötülük nerden baktığına göre çok değişken şeylerdir. Mesela zenginden alıp fakire veren Robin Hood, kime göre iyidir, kime göre kötüdür diye düşünmek lazım. Bazı şeyler tartışmaya çok açıktır. Nerede durduğunuz ve nereden baktığınıza göre değişir olaylar. Mesela Defne.. İyilik timsali, fazlasıyla vicdanlı olmasına rağmen tam da böyle olduğu için gelmiyor mu herşey başına? Ömer'e oynadığı bir oyun ve bu oyunu kapatmak için oynadığı başka bir oyun var. Sustuğu için haksız bugün benim gözümde. Fakat bugün olduğu yer için abisi ona fazlasıyla müteşekkir peki ya Ömer öyle olabilecek mi?
Oysa Defne sustuğu için; Sinan, Neriman ve Necmi'ye en büyük iyiliği yapmıyor mu? Mesela Fikret Gallo, Defne'nin bir mucizesi olmuşken, Ömer'in gözünde kötü ilan edildi. Fikret'e ne haklı diyebiliriz ne de haksız. Ömer'in gözünde Ömer'i sattı ama Defne'nin gözünde de Defne'yi satmadı. Mesela Ömer.. Adaletten, etikten, iyilikten yana olmasının yanı sıra, stratejik savaşıyla bölümün tamamını kaplarken "onlar istediler bunu" diyerek, egosuna, hırsına yenik düştü. Savaşın kazananı oldu ama aslında olamadı. Çünkü vicdanı susmayacak kadar iyi birisi o ama Fikret'e kötülük yapmış sayılmadı mı? Ve onlarca kimsesiz çocuğun günahına istemediği halde girdi. Metaforun dibine vuralım. Kim yüzünden? Defne.. Neden Defne yüzünden? Çünkü Ömer ve Defne kavuşabilsin diye oldu bunlar. Bu Ömer'in en çok istediği şey değil miydi? Defne, Ömer'i yaralamamak adına defalarca kere Ömer'i yaraladı, yani Ömer'e kavuşabilmek için Ömer'i çiğnedi defalarca kez. Sinan'ın hiç düşünmeden Yasemin'le kavuşmak için başladığı bir Kiralık Aşk oyununun kelebek etkileri bugün Yasemin ve Sinan'ın arasına giren şey oldu mesela. Yani hayat meraklıdır şaşırtmaya ve Tranba'nın çeki de dönüp dolaşıp Defne'nin cebine girebilir hep, olamaz mı olabilir.
Ömer ve Sinan'ın strateji savaşına haklılar mı ya da haksızlar mı diye bakmıyorum. Bir şekilde zekasıyla işin hakkını verip beni zekasına bir kez daha hayran bırakan Ömer İplikçi, tebrikler, şahanesin. Lakin hayır işi olduğunu öğrenince vicdanına hesap veremeyen Ömer İplikçi'ye daha çok hayranım bunu biliyorum. Her zaman barıştan yana olan bir Ömer, arkadaş olabileceğini düşündüğü Fikret'in ihaneti, Cherrie'yi seçmesi, Tranba-Cherrie ortaklığı ağır gelmiş olacak ki bu sefer de atılgan olmayı seçti, iş dünyası, etiği yedi, kazandı. Fakat kaybı daha büyük oldu. İyi de oldu, Ömer'in ön yargısı konusunda Fikret'le sınanması benim hoşuma gitti. Defne bir gün karşısına çıkıp, Fikret'ten para aldığı da dahil herşeyi söylediğinde ya da Ömer birinden öğrendiğinde belki bu sefer Defne'ye "Neden?" diye sorması gerektiğinin bilinciyle, bütün kadınlara armağan olarak verilmiş bir adam olmanın hakkını verir. Ne uzun cümleydi be. Herkesi çözemeyeceğini bilmesi lazım Ömer'in, herkesi okuyamayacağını. Zaten düşünüyorum da bence de okuyamıyor. Sadece, Defne'yi hırsızlıkla itham eden adamın en köşeli yanı da geçen bu kadar zaman içerisinde keşke biraz törpülenmiş olsaydı. Aslında törpülenmedi de değil, Defne'nin kendisinden sakladığı bir şey olmasına rağmen, evlilikten hala bahsedebildiklerine göre, Ömer "Bir tercih yaptım, hayat kısa" dediğine göre, bazı şeyler çok değişmiş. Belliki Fikret'e karşı antipatisinden o kadar kaskatı kesilmiş onun karşısında. Defne'nin bir cümlesiyle Fikret'i dinlemek üzere kapısına dayanması da tam bu yüzden. Kimse de Defne ile bir olamaz Ömer için. Ama işte Defne bir cendereden başka bir cendereye atlarken, bu kadar sakin kalamıyorum. Kiralık Aşk oyununu hiç sallamayan ben, Defne'nin şimdi bulunduğu durumu öyle içselleştirdim ki, Defne kadar huzursuzum bu ilişkinin içinde. Ve, uzaktan bakan gözlerle "Bizim küçük cadı konuşmuştur Yasemin'le" diyen Ömer'in salak yerine konuluşu da ağrıma gitmiyor değil. İşte işin içine aşk girince, kör olan gözlere, duran akıllara çok aşinayım. Ömer'e de kızamıyorum.
Bu evlilik işi nasıl oldu gerçekten anlayamadım. Özet başladığında, televizyonun karşısında olmasaydım, tam da 37.Bölüm yazısı hemen geçince açsaydım kanalı, "Aha başını kaçırdım" der, ağlamaya başlardım. Kendimi geçen hafta izlememiş gibi hissetmekten bıktığımı söyleyebilirim. Çünkü, Ömer değişiyor ve ben gurbetteki anne kadar uzağım evladıma, bu anları kaçırıyorum, öyle bir hüsran. Neyselerin en içlisi bu konuya. Defne'nin ön koltuktan fırlayıp "Ömer" diyişi, en çok bize süprizdi. İsmail Karagöz'ün efsane güzel oyunculuğu için bu haftaki oscarı ona gönderiyorum, gerçekten boğuluyor sandım. O sahneye kalp kalp kalp. "Bana geliyosun di mi" den, "Bize gidelim" e evrilen Ömer Bey'ler.. Yarım kalanlara, hayallare odaklanıp ARTIK MUTLU OLMALARI GEREKEN Defne ve Ömer..
Ömer, bu ilişkide artık kendinden ve Defne'den emin adımlarla ilerliyor. Aynı kurduğu strateji planındaki eminliği gibi, sabah kasaba gidip rahat rahat alışveriş yapması da bu yüzden. Bir önceki evlenme arifesinde, "Hemen evlenelim" diyen Ömer'in "Acelemiz yok" diyişi de tam da bu yüzden. Herşeyden önce kafası rahat. Paniğe kapılmıyor, telaşa düşmüyor. Ömer için ailelerin tanışması olayı sadece adet yerini bulsun hesabı, bence bunları da önemsemiyor. Ama Defne, her Türk Genci kadar stresli bu konularda, "İplikçi" soyadı adını tamamlayınca, karıncalanıyor bacakları. Belki de ilk kez yakın hayallerine, belki de ilk kez hayalden gerçeğe geçiş yaptı yaşadıkları..