Duygusal bir insanımdır, fazla vicdanlıyımdır ama ağlayanla ağlayamam, böyle bir tuşum yok sanırım. Zaten kolay da ağlayabilen bir insan değilimdir. Ağlayanı bağrıma basarım, sımsıkı sararım, içim sızlar ama ağlıyor diye ağlayamam. Sanırım bu benim için Barış Arduç'a kadarmış, zira ağladığı için ikinci kere ağladım. Ve adını da kendi kişisel tarihime bu şekilde kaydettim. Böyle de güzel bir oyunculuk en son ne zaman izledim acaba diye sordum kendime. Her oyuncu ağlar, her oyuncu ağlatamaz ama. Teşekkürler Barış Arduç, o sahne için. Sanırım ne zaman ağlamak istesem, dönüp dönüp o sahneyi izleyeceğim. Ömer İplikçi de ağlar işte. Annesinin ölümünün üzerinden 11 sene geçmesine rağmen, annesine ithaf ettiği kavak ormanına gider, annesini düşünür ve omzundaki bütün yükleri ve kalbindeki tüm acıları gözlerinden yaş olarak akıtır. Aralanmış, belki erimiş o buz dağının içindeki yaraları gözler önüne sere sere, yere çöker ve ağlar. 14.Bölüm'de ağladığı gibi, beni de ağlatır işte yine.
Bir yaralı kirpiyi, annesi yok diye, alıp iyileştiricek kadar merhametli bir prenstir Ömer İplikçi, küçüklüğünden beri ve kirpinin dikenlerinin eline batmasını önemsemez mesela. Defne'nin yarattığı gelgitler ve bu sırrın dikenleri yüreğine batarken de, annesi tarafından terkedilmiş Defne'nin yaralarını sarışları tam da bu yüzdendir. Daha ilk bölümlerden itibaren her fırsatta, "kızdınız mı" "çok mu kızdınız" "kızdın mı" diye soran Defne'ye açık açık cevap vermesi ve bu sorulardan rahatsız olmayışı da, küçük Ömer de annesine "Kızdın mı" diye soruyor diyedir mesela. En çok da bu detayı sevdim, çünkü insan en çok en sevdiğine kızar ya da en sevdiği tarafından kendisine kızılmasını istemez. Kavak ağaçlarının sesi, Ömer'e annesinin sesini fısıldar, annesinin öğütlerini hatırlatır ve kimbilir belki bu yüzden çıkıp da Koray'ı affettiğini dile getirir. Bu kadar merhametli, vicdanlı, adaletli bir adama, yaşatılanları gördükçe kahroluyorum. Kimsecikler Ömer'in nerede olduğunu bilmezken, Necmi'nin bunu bilmesi ve o gün Ömer'le olması, "Ya konuş, ya da Defne'yi kızınla karının gazabından kurtar Necmi" diye bağırmama yol açıyor, dayanamıyorum. Hatırladın mı? Ömer, senin canındı, 14.Bölüm'de dile getirmiştin bunu.
Yıllardır ritüeli, gündüzünü yalnız geçirmek, akşam evine gelip, karanlıkta oturup, erkenden yatmak isteyen Ömer'in, aydınlık tarafı olan Defne'si, bahçenin ışıklarını tek tek yakarak sanki Ömer'in karanlığını 38 Bölüm'de nasıl da yavaş yavaş aydınlattığını gösteriyordu bizlere. Karşısına çıktığında, ilk kez Ömer'in de yaralarının sarılacak olduğunu düşündüm. Bitkileri seven, doğayı seven Emine İplikçi yansımasını, iki lamba arasında kasaya ekilmiş çiçeklerde yani Defne'de gördüğüme çok memnun oldum. Kısa kısa detaylarla gördüğümüz ve hissettiğimiz Defne'nin üzerinde "Tam da Ömer'in annesi gibi" yakıştırmasından bir kez daha emin oldum. 14.Bölüm'de içimizi yakan bir buket çiçek, şimdi toprağında, sapasağlam temellere dayanan aşkı simgeliyordu. Defne gerçekten, bir daha gitmemek üzere geliyordu sanki.
Ömer, yalnız bir adam, bunu bu hafta daha fazla içimize geçirdik. Etrafındaki kalabalıklar içerisinde yalnız kalmış Defne'ye "Yalnız değilsin, ben varım" derken, en çok da Defne'nin de varlığını kendi üzerinde görmek isterdi. Ama bunu çok fazla göremedi. Ömer'in annesi ölmüştü, babası bu annesinin vefatını kabul edemeyip, kendini alkole vermişti ve trafik kazasında o da ölmüştü. Ama Defne'yse terkedilmişti ailesi tarafından. O yüzden Bayan İplikçi'yi baş tacı ederken, Bayan Topal'ı affedemezdik bizler. Defne'nin sevgiye ihtiyacı olduğunu hep biliyorduk ama Ömer, sevilmeye olan açlığından hiç bahsetmiyordu, kapalı bir kutu gibi gizemle saklıyordu bu zayıf noktasını. Evet, Ömer, Defne elinden tutsun ve onu hiç bırakmasın istiyordu. Şefkate, dinginliğe, huzura yani Defne'ye çok ihtiyacı vardı. Hani gözünüzü kapattığınızda bile gitmeyeceğinizi bildiğiniz insanlar olsun istersiniz ya, o 14.Bölüm'ün aksine hani.. Defne, elinde pazı sarmasıyla geldiğinde, Ömer'in kafasındaki tüm soru işaretlerini sonlandırdığının farkında değildi belki, Ömer'in güvenini gerçekten o an kazanmış olduğunun. 14.Bölüm'de sarılamayan pazı sarılmıştı işte. Olması gereken yerdeydi Defne, bunu bana da Ömer'e de hissettirdi. 14.Bölüm'de giderken Ömer'in annesinin evinden, annesinin ölüm yıl dönümünde Ömer'e geliyordu işte. "Ben yerimi buldum" sözünün hakkını, çok sonra da olsa verdi Defne. "Sen bana annen ile ilgili anılarını anlatıcaksın, ben de sana birşey demeyeceğim, yani dur anlatmıştın falan. Acı tatlı ne varsa sabaha kadar konuşucaz. Sonra sarılıp uyuyacağız yine birlikte, sabah uyandığında yanında yine ben olucam çünkü artık yalnız değilsin, ben varım. Bundan sonra yanında yalnız ben olucam, gülerken de ağlarken de elini ben tutucam ve hiç bırakmicam" Bunlar çok büyük sözlerdi, üstelik bir sırrı yüklenmiş, yalan üzerine yalan söylemek zorunda kalan Defne için. Ve 14.Bölüm'de "ben sana senin gibi sözler söyleyemem" diyen Defne için de çok güzel cümlelerdi. Her zaman tam vaktinde gelen, sihirli bir dokunuş gibi.. Bu andan sonra, bu saatten sonra ne olursa olsun, Ömer aksini istemedikçe, yaşayacağı herşeye göğüs gerip Ömer'in yanında kalan bir Defne görmek zorundayız. Kaçmak yerine, konuşan, kendini açıklayan belki zamanı geldiğinde. Ve kimsenin tehdidine pabuç bırakmayan, Ömer'in elinden tutup, herkesin karşısında salım salım "yıkılmayacağım" diye salınan bir Defne görmek zorundayız. Ömer'in güvenini bir kere daha alaşağı etmeyen Defne, hepimize iyi gelecektir. Zira gerisi, hayal kırıklığı olacaktır. Ömer'in Defne'nin alnından öperek taçlandırdığı bu konuşma, best sahnelerimden biri olarak kaydedilmiştir.
DefÖm sahneleri, geçtiğimiz bir kaç haftaya göre artmıştı ama yetti mi? Hayır. Daha çok sahne, daha kaliteli replikler, daha geçiştirilmemiş detaylar istiyorum, istiyoruz. Bölümün içine yayılsınlar istiyoruz böyle bir başa, bir ortaya, bir sona olmuyor, içimiz almıyor. "Ateş almaya uğrayan" Defne ve Ömer görmek istemiyorum. Hani evlenmelerini sırf yan yana gelsinler diye ister oldum. Bir de çok önemli bir ayrıntı olarak, Defne her 15 Mart'ta, Ömer'in annesi hakkında konuşmaktan ve sarılıp uyumaktan bahsetti. Ve bıraktığımız yer de 15 Mart olduğu için, ertesi günden başlayan bölümü yada pazı sarmasını yiyip evine giden Defne'yi kabul etmeyeceğimi şimdiden söyleyeyim de sonra kimseler kırılmasın. Bir de en son 14.Bölüm'de sarılıp uyumuşlardı, hatta ilk ve en son:) Kıssadan hisse, aşk en çok Ömer'le Defne'sine yakışıyor, böyle çok güzel olmadılar mı?
Bir dipnotum var, stayling olaylarıyla alakalı hiç yorum yapmadım bugüne kadar yazılarımda. Hep hikaye ile ilgilendim. Yalnız Ömer'in, Koray'ın bile montları sayılıyken ve aynıları kullanıyorken (Hani zenginler ya..) Defne'nin sürekli değişen paltolarına anlam veremiyordum elbette. Hikaye, inandırıcılığı itibariyle bazı mevzularda tutarlılık istiyor. Yalnız bu hafta Defne'nin kullandığı çantanın, pahalı bir marka olması, beni çok rahatsız etti. Ömer'in evine beyaz paltosuyla gittiğinde, ben Ömer olsam "Bu saatte nerden böyle bu kadar şık?" diye sorardım açıkçası, zira bölüm içinde hatta haftalardır en şık haliydi o Defne'nin, kapıdan uğramalık bir konuşma için o kadar uğraşmasaydı olurdu. Bir de dikkatimi çeken başka bir konu, dikkat edin Ömer ne zaman Gallo ile görüşecek olsa, üzerinde trençkot var, benim için o kombin Fikret'le bütünleşti. Ve trençkot Barış Arduç'a inanılmaz yakışıyor orası ayrı. İlk fragmanda Defne'nin yanında trençkot giydiğini gördüğümde, "Hangi dağda kurt öldü Ömer İplikçi?" diyecektim ki, Gallo da oradaymış, beni aldı bir gülme. Neyse bu sadece bir gözlemdi benim zorum Defne'nin staylingiyle, lütfen dikkat, iki kere dikkat. Defne'nin zengin bir karakteri canlandırmadığını hatırlatması gereken kişiler bizler olmayalım, o paltoları, çantaları satsa kaç kez borç öder vallahi diyecek oluyorum.
Cuma akşamı, saat 8'de Star Tv'de görüşmek üzere, sağlıkla ve sevgiyle kalın.