Notlar:
*Begüm hastaneye yattı, iyileşecek gibi. İyileşir iyileşmez de intikam ateşine, dolayısıyla Adil’e koşacağı tezim hala burada, unutmadım.
*Bir terapi çeşidi olarak; kar küresi parlatan Ayşegül ve Sinan! Buraya bir ellerini başının üstüne kaldıran kahküllü kız emojisi.
*Mete’yi şuradan alın artık lütfen, sinir sistemimi çökertti adam. Gerçi Sema’ya soktuğu yüzyılın lafıyla bu haftaki ödülü hak etti ama. “Asıl yaralama davası sana açılmalı!”
*Bahri Baba’dan altın değerinde sözler, not edin lazım olur bir yerlerde bir gün:
“Aşıklar, taa ezelden anlaşmışlardır susarak tadını çıkarırlar.”
“Haddini bilmeyene haddini bildirmek kırk yetime kaftan giydirmek gibidir.”
Herkesi bir imtihanın ortasında bıraktık bölüm sonunda. Biraz da o sebepten böyle kopyala yapıştırlar, soru kağıtları havada uçuştu, kusura bakmayın. Ayşegül her bölüm biraz daha midesini bulandıran Adil’le, Poyraz vurduğu Sadrettin’le, Bahri iki oğlunun arasında kalmış yüreğiyle sınav verdi. Çarşı pazar iyiden iyiye karışmaya başladı. Ben kendi adıma söyleyebilirim ki, insana fenalıklar getirtecek kadar uzun reklam aralarının bile nasıl geçtiğini anlamadım. Ve gönül rahatlığıyla yazabilirim ki, nasıl Küçük Prens bir çocuk kitabı değilse, (evet, aklım hala Pazartesi’de Güneşin Kızları’nda n’apabilirim?) Poyraz Karayel’de bir dizi değildir efendim. Poyraz Karayel, bir hayat kesitidir. Hepimizin biraz Poyraz şanssızlığına, biraz Ayşegül’ün deliliğine, efendime söyliyim, Zülfikar’ın, Meltem’in, Sefer’in kırılmışlıklarına azar azar sahip olduğumuzu düşünürsek Poyraz Karayel yalnızca bir dizi değildir. Hepimizden bir parça taşıyan, aslında içimizden biri olan -tüm geneli kapsayarak söylüyorum- bu yapıtı el üstünde tutmak, yüreği güzel adamların, yüreği çiçek kokan kadınların bulunduğu bu eseri nesilden nesile aktarmak boynumuzun borcu olmalıdır. Övgülerimin sonu gelmez. Durduruyorum kendimi.
Herkese mis kokulu güzel günler.