İnsanın hayatı bir süre sonra izlediği, seyrettiği, okuduğu kurgulara benziyor.
Diziyi kaç bölümdür neden yazmadığımı soranlar oluyor. Haklılar. Periyodik bir düzenle okumaya alışılan yazılar eksildiğinde, aksadığında hayatta da birkaç taş yerinden oynayıveriyor. Ya da en kötü ihtimalle, zaten yerinden oynamış taşlardan birine ayağın takılıyor ve tökezliyorsun. Bileğin acıyor. Benim de kaç zamandır kalbim ağrıyor. O yüzden de kalkıp dizideki dayanılmaz aşklara şahit olmak istemiyorum. Bilirsiniz, böyle zamanlarda yaşadığınıza en çok benzeyen aşka şahit olmak insanı yorar. Acıyı bir milyonla çarpar, utanmadan bir de karesini alır, sonra türevleriyle seni parçalar. Öyleydi bende de.
Yazmadım.
Yazamadım çünkü diziye seyrederken böyle bir ruha düşmekten korktum.
Korktuğum başıma geldiğinde de, ONUNLA beraber seyrettiğimiz bölümleri anımsatan her şeyi unutmak için birkaç bölümü seyretmedim. Haliyle, yazamadım.
Sonra unutmam gereken her şeyi daha iyi hatırlamak adına dizinin seyredemediğim bölümlerini peş peşe seyrettim. Dizi sürelerinin öldürücülüğüne şahit oldum bu kez de.
Oradan da “Tamam,” dedim, “iyileşiyorum, aşk bittiyse bile geriye anılar kalır. Anılar kaldıysa hiçbir şey aslında bitmemiştir.”
Sonuçta Poyraz da Ayşegül’le milyon kere ayrılıp trilyon kere birlikte olmuyor mu?
Gün gelir, mevsim Akdeniz olur o zaman.
Nasılsa dizinin süresi hiç azalmıyor. Öldürmeyen dizi, aşkın ölmesine izin vermiyor.
Öyle işte.
Yine buralardayız.
Açıklamamı da yaptığıma göre yazıya geçebilirim.
Sonuçta bir yerde lafı dolandırmayı da bitirmek gerekiyor.