Dizinin açılışı adeta opera uvertürü, ağdalı. Versace’nin cinayetine kadar olan sahnede Aşk-ı Memnu’daki Bihter’imizin intiharına eşlik eden ağıt çalıyor: Adagio in G Minor. Bir yerde Phantom of The Opera falan çalacak, ekranın köşelerinden beyaz güvercinler pır pır uçuşacak sanıyorsunuz. Bu uzuuun kreşendo devam ederken bir yandan Versace’nin malikanesinin odalarına dalıyorsunuz. Malikane tabii ki muhteşem, fondaki Adagio dışında hayatımızın geri kalan tüm sabahlarına böyle uyanmak isteriz, sanırım. Casa Casuarina (malikanenin adı buymuş) biraz abartılı olabilir ama Necmettin Erbakan’ın taktığı kravatlar gibi ‘’kiç’’ değil. Tüm bu ön sevişme gibi açılış, garsonların avluda, el pençe divan sıraya dizilmiş beklemesi güldürmedi değil. Dekor yıkılıyor, varak varak varak, şaaşa, debdebe. Bir yandan da çok tanıdık bu göze sokma hissi, nasıl desem, her şey Asmalı Konak’taki ‘’Özcan Deniz şimdi yataktan kalkıp güne uyanıyor’’ havasında. Ama koskoca Versace. Malikanesinden çıkıyor, fotoğraf çekinmek isteyen hayranlarına ‘’Bugün olmaz,’’ diyor.
Silah sesleri, sonra flashback’ler diziliyor. Dizinin yaratıcısı Ryan Murphy bu işi biliyor. Seyirciyi nereden vuracağını zaten ilk sezonda, American Horror Story’de, Feud’da çözmüş.
American Crime Story’nin ilk sezonunu hatırlıyorum. O.J. Simpson duruşmasını konu edinen şovun her hafta bölümlerini bağımlılar gibi aynı günü bekleyerek, 10 bölüm iman ederek, detayları araştırarak izlemiş, çevremdeki çoğu kişiyi terörize etmiştim, çünkü suç, medya ilgisi, adaletsizlik, Kardaşyanlar, tiyatro oyunu gibi işleyen mahkeme sahneleri, 90’lı yılların müzikleri (Sour Times) harika detaylardı. Bir de tabii Sarah Paulson ve Sterling K. Brown’ın oyunculuğu.
ACS’nin ikinci ve üçüncü ve sezonlarının işleyeceği konular art arda açıklanınca bir heyecandır almıştı. İlk önce Katrina Kasırgası etrafında yaşananlar konu alınacaktı ama üçüncü sezonun konusu hafif yankı uyandırınca üçüncü sezon konusu ikinci sezona çekilmişti. Çok da iyi olmuş: Sadece Cunanan’ın intiharına kadar geçen 15 günlük bir polisiye bir kovalamacayı değil, Donatella’nın tahta çıkışını, Versace’nin yaşamından fragmanları izleyeceğiz. Dizi ilk sezondaki gibi lineer bir zaman diliminde ilerlemiyor, geçmişi yok saymıyor. Versace’nin öldürülmesiyle başlayan dizi geri dönüşlerle Andrew Cunanan’ın geçmişine odaklanıyor.
İlk bölümdeki Pretty Woman, Becerikli Bay Ripley esintileri
Açılıştan sonraki ilk sahnelerde, geleceğin seri katili Cunanan’ı, Bret Easton Ellis romanlarındaki sayko mu masum mu olduğunu anlamadığımız bir kampus öğrencisi olarak izliyoruz. Bu sahnelerde Cunanan’ın gittiği yol ikiye ayrılıyor gibi: Kendisi, ya Pretty Woman’da parmağı mücevher kutusuna sıkışınca “HAHAHAHAHA!” diye troll kahkahası atan yırtmış bir Julia Roberts olacak ya da ayna karşısında başkalarının hayatı, elbisesi, mimiği, ses tonuyla prova yapan sosyopat Becerikli Bay Ripley’liğe doğru evrilecek.
Cunanan, çoğu ayrıntı abartılmıyorsa, Mr Ripley’in yazarına rahmet okutacak manevrayla ikinci şıkkı seçiyor: Seri katilliğe doğru. Aslında durumun pek abartı olmadığını, Cunanan’ın bu Versace cinayetinden evvel seri cinayet maratonuna çoktan çıkmış ve FBI tarafından arananlar listesinde olduğunu belirtmek gerekiyor (teşekkürler, 0wikipedia!). Şimdi buradan son zamanlarda LGBTİ+ camiasının köşeye sıkışma, suça bulaşma/suçtan yırtma, suçun kıyılarında gezinme gibi öykülerin anlatıldığı filmlerin çoğalması üzerine bir alt başlık açalım isterdim ama en iyisi sözü 10 bölümlük bu diziye bırakmak.
Donatella’nın yası
Dizinin en beklenen anı ise Donatella Versace’nin girişi. Abisinin öldürüldüğü malikanenin kapısından merdivenleri çıkarken insanın içi sızlıyor. Donatella’nın gözü yaşlı, aile şirketinin senetlerini New York borsasından çeken iş kadını halleri uzun sürer mi bilinmez ama geçmişe dönüldüğü sahnelerde daha neşeli bir Donatella Versace karakteri ortaya çıkabilir. Versace sülalesi dizinin yayınına çok az kala, gerçeklerin doğru yansıtılmadığını düşünerek diziyi sahiplenmedi. Yaşanan her şeyden önce şov değil, trajedi. Tıpkı sonuçsuz kalan O.J. Simpson davası gibi. Bu dizileri böyle soluksuz izliyoruz ama sahne arkasında hala kalbi kırık, gözlü yaşlı birileri var.
Son olarak, bu sezon da tıpkı bir önceki sezon gibi bir kitap uyarlaması aslında. Dizi, Maureen Orth adlı yazarın Vulgar Favors isimli kitabına dayanıyor. Aynı yazarın Vanity Fair’de cinayeti ve soruşturmayı takip eden çok detaylı ve iyi bir makalesi de mevcut.
90’lı yılların anlatıldığı, renklerin patladığı, moda, suç ve iktidar üzerine böyle bir dizinin çekilmesi gerekiyordu. Teşekkürler Ryan Murphy.
NEŞET ZENGİN