2019’un en iyi filmleri listemizden sonra dizileri de es geçmeyelim dedik. Sonuçta hepimiz bu yılımızın büyük bir bölümünü ekrana bakıp illuminati’yi zengin ederek geçirdik. Bu şovların pek çoğuyla ilgili yazılarımız yine burada mevcut. Bu da kısa bir özeti olsun diyorum ve herkesin yeni yılını kutluyorum.
EN İYİ DİZİ:
Succession: Bu sene gönüllerin şampiyonu bu HBO dramamız. Hayatta en sevdiğim konseptler olan birbirinin gözünü oymak isteyen zenginler, babalarını öldürmek isteyen çocuklar ve gittikçe artan paçozluk düzeyi bir araya gelip birleşerek Succession oldu ve Amerika’nın über zengin bir medya ailesi üzerinden anlatıldı. İkinci sezonuyla birlikte her şey bir senaryo ve oyunculuk şovuna döndü. Herkes o kadar iyi ki bir diğer oyuncunun ondan sahne çalmasına asla müsade etmedi, tüm cast’ın yardırdığı bir sezondu. Bittiği andan itibaren de tüm gündem finale kilitlendi. Kıyafet seçimlerinden, über pahalı saç tasarımlarına kadar her şey Succession içindi bu sezon. Ölüyoruz bitiyoruz.
Euphoria: İnsanlığın tüm karanlığı birleşti, sime ve fosforlu makyaja bulandı ve cep telefonuyla doğan liselilerin hayatına sızıp Euphoria’yla bize ulaştı. Yine HBO. Gençlik dizisi kavramını yeniden değiştiren ve hiçbir karesinden şahane bir soundtrack’in eksik olmadığı bir müzikalimsi olan Euphoria sarsıcı, acıklı ve epey düşündürücü. Neredeyse çağımıza ve artık asla geri dönemeyeceğimiz gençliğe bir ağıt…
Mindhunter: İlk sezonunu bitirememiştim, ikinci sezonuna da uyutsun diye başladım ama uyutmadı elbette. Bir atmosfer harikası Mindhunter. Kötülük kavramına mesafeli yaklaşımı, baş karakterlerin de seri katilden bir tık uzakta olmasıyla, insanı hem içine alıp hem de her şeyin dışında bırakmasıyla garip bir şovumuz kendisi. Tıpkı seri katillerin dünyası kadar…
Fleabag: Artık beyaz, heteroseksüel erkeğin hiçbir şeyi ilgi çekmediği için aradan sıyrılıp kendisine baş köşede bir yer edindi Fleabag ve yaratıcısı Phoebe-Waller Bridge. Düşünürsek eğer Berrak Tüzünataç bile Phoebe-Waller Bridge olmak istiyor günümüzde. Aslında bir tık fazla abartılmış bulmuyor değilim ama artık bıktıran klasik komedi anlayışını değiştirmesini seviyorum Fleabag’in Bir de şahsi bir sorun olarak komedilerde gülememek gibi bir özelliğe sahibim, çok az şey beni güldürüyor ve itiraf etmek gerekirse Fleabag de güldürdü bir kaç yerde.
Sex Education: Eğer Euphoria olmasaydı Sex Education’ın yılı olabilirdi bu yıl ama maalesef diğerinin yanında biraz çocukça 31 şovu gibi kalıyor. Euphoria’yı izlemeden önce yine bu siteye aşırı öven bir yazı yazdığım için onu da listeye almak zorunda hissettim kendimi. Ama geldiği noktada kendisini biraz transfobik demeyeyim de trans görmez buluyorum.
EN İYİ KARAKTER:
Jules - Euphoria: Tam da tüm dünyada terf tartışmalarının alevlendiği (hatta geldiği noktada J.K. Rowling’in de bu saflara katıldığı) 2019 yılında ortaya çıkan Jules ikili cinsiyetin tüm kalıplarını yerle bir eden varlığıyla içimize su serpti. İnsan Jules’u düşününce Terf’lerin cehennemde yanacağı umut dolu bir dünya umut ediyor.
Nate - Euphoria: Yani kendisine biraz crush’ım var o yüzden buraya almak zorunda hissettim. Onu gördüğümüz her an dövmekle sevmek arasında gidip geliyoruz. Ne kadar güzelse o kadar da arıza aynı zamanda. Bir yandan da her şeyiyle küçük bir bebek.
Kat - Euphoria: Lise dizilerinde ezilen şişmanı tam ters köşeye yatıran ve kazanan şişman Kat, bu sezon bayağı esip gürledi. Tüm cüretkarlığını epey beğeniyorum
Logan Roy - Succession: Türkiye’de olsa bir tek Haluk Bilginer’in canlandırabileceği Logan Roy karakteri dünyadaki tüm babalarla devletin birleşmiş hali gibi. Patriyarka bir surat olsaydı kendisi olurdu. Bir de Brian Cox kendisini o kadar iyi canlandırıyor ki dizi teyzeleri gibi gördüğünde suratına tüküresin geliyor.
EN İYİ KONUK OYUNCU:
Ekin Koç - Succession: Açıkçası herhalde bir görünüp gitti diye düşünüyorduk ama baya rolü vardı Ekin Koç’un Succession’da. Ve Roman Roy’la karşılıklı oynuyordu. Başkası olsa çarşaf çarşaf bunun üstüne yatardı medyada ama Ekin Koç bu süreci çok cool götürdü. Baya da güzeldi bence performansı, bir sonraki hafta previously on Succession’a bilee çıktı daha ne olsun?
EN İYİ SAHNE:
Euphoria - Parti: Yedinci bölümde gerçekleşen parti sahnesi Jules’un hayatta ne beklediğini, arzularını ve kendisini keşfedişini sürekli değişen ışık oyunlarıyla önümüze serdi. Bir özelliği var mı bilmiyorum ama ben çok etkileniyorum bu sahneden.
Succession - Tekne: Sezon finalinin gerçekleştiği ve gerçek bir mega yatta çekilen tekneli bölüm başından sonuna kadar harikaydı. Tüm o zenginliği kendi cehennemleri olan aile hapishanelerine tıkmaları şahaneydi.
Mindhunter - Charles Manson: Dizinin bu sezon en goygoylanan bölümü Manson’ın geleceği bölümdü. Ve ne ilginç ki o bölümün de temel fikri Manson’ın rock starlığı üstüne kurulmuştu. Bizim karanlık Amerikamız diyoruz.
Fleabag - Rahip: Fleabag’de bu sezonu kurtaran en dahiyane şey rahip fikriydi. Ve tabii rahibin dizinin farikası olan ana karakterin kameraya ve seyirciye konuşma olayını fark etmesiydi. Güldürüyor be şerefsiz!
Game of Thrones - Winterfell Savaşı: Hadi hakkını yemeyelim final ne kadar kötüyse bu bölüm ve Winterfell’in birbirine girdiği savaş o kadar iyiydi. Arya bölümüne girmiyorum bile.
EN İYİ FİNAL:
Succession: Tüm sezon bir paçavra gibi izlediğimiz Kendall’ın tüm ikinci sezon boyunca giydiği bok rengi kıyafetleri çıkarıp, Tom Ford smokinini çekip basının karşısına çıktığı son beş dakikalık bölüm bir sezon finali şovuydu. Herhalde bir buna bayılıyorum bir de Bihter’in kendisini vurmasına (şaka şaka). Bu son beş dakika gösterdi ki isterseniz tüm sezon boyunca hiçbir şey yapmayın, ama son beş dakikada öyle bir şey yapın ki herkes o anı hatırlasın. Üçüncü sezonu bize bekleten, ağustosa kadar gün saydıran tek şey bu son beş dakika oldu.
Euphoria: Bu da herhalde tüm sezondan bağımsız bir kısa film olabilirdi. Euphoria’nın ne kadar fikir bükücü bir şov olduğunun kanıtı bu sezon finali bence. Herkesin merakla beklediği bir finali tüm diziden bağımsız bir müzikal sahnesi olarak kurgulamak mı? Bravo diyoruz.
DEVAMI GETİRİLEMEYENLER:
The Morning Show: Bir Steve Carell hayranı olarak tabii ki bunu da es geçmedim. Ama aynı zamanda uslanmaz bir Jennifer Aniston düşmanı olarak da devam edemedim. Ama fena değil gibi The Morning Show. Aşırı yaşlandığımda izlerim belki.
Russian Doll: Birbirini tekrar eden gün hikayesini sevmişimdir hep. Russian Doll da bu fikri güzel uyguluyordu bence. Maalesef harika fikirlerin devamı gelmediği için benim de takatim bir noktada kırıldı.
Chernobyl: Yani aslında çok iyi dizi. Hatta sezon listemde Sex Education’ı atıp bunu almayı çok isterim. Ama ben Karadenizliyim, o radyasyonlu çay dönemini iyi biliyorum. Bir de yaz mevsiminde yayınlandı ve içimi çok sıktı. Üzgünüm bazen olmuyor.
NOSTALJİ:
Six Feet Under: Bu yıl eski dizileri tekrar izleyelim projemiz kapsamında Six Feet Under’a bir geri dönüş yaptık. Neredeyse yirmi yıl geçmiş üstünden inanabiliyor musunuz? Biraz eskimiş ama hala çalışıyor diyebilirim. Nate hala tutuyor, Brenda ve Nate aşkı hala hayallerimizdeki ilişkiye bir örnek. Zekice kavga edebileceğimiz sevgililer istiyoruz.
YİĞİT KARAAHMET