Ergenliğin ilk yıllarında servisle okula giderken şöyle bir sahne hatırlıyorum. Hepimiz seks denen şeyle (en azından rüyalarımızda) yeni tanışmıştık, herkes en doğruyu kendisinin bildiğini sanıyordu ve elbette aslında herkes yanlış biliyordu. O gün okul servisinde prezervatiften bahsediliyordu. Şu an baktığımda herkesin prezervatif kullanacak bir ortamı olmadığına eminim, ama nedense bilgiler ve teoriler havada uçuyordu. Aklıma gelen bir soruyu dayanamayıp sormuştum: ‘Prezervatifi nereye kadar takıyoruz? Yani ponpon’ları da içine alıyor muyuz?’. Herkes yaklaşık 15 dakika buna gülmüştü. Ay nereden bilebilirdim o ana kadar prezervatif görmüşlüğüm mü vardı? Ponponların da olaya dahil olduğunu sanmam kadar doğal bir şey yok o anki ben için. Bir arkadaşım şey demişti ‘Evet, evet. Tabii onları da sokuyorsun prezervatifin içine. Hatta tamamını giyiyorsun. Dalgıç kıyafeti gibi!’
Netflix’te yayınlanan Sex Education’ın bir sahnesinde okuldaki cinsel eğitim dersinde öğrencilere birer prezervatif verip yapay bir penise takmalarını istiyorlar. Bu sahneyi görünce okul servisindeki o ana ışınlandım. Biraz haset, biraz kıskançlık, biraz kızıl, biraz mavi bir andı bu.
Kuşağıma mensup pek çok birey en doğal içgüdü olan seksi birbirinin kısıtlı bilgilerinden ve deneyimlerinden öğrenmek zorunda kaldı. Rüyalarla fantezilerin birleşiminden oluşmuş ve bunların hayali deneyimlere karıştığı maceralardan öğrendik biz seksi. Pek çok kız arkadaşım daha üniversiteyi bitirmeden ilk kürtajlarını yaptırmıştı. Erkek arkadaşlarımın bazıları cinselliklerini tam olarak yaşayamadan evlenip, 25 yaşından sonra da kilo alıp iki çocuk babası olarak hayatlarının en güzel dönemlerini kapattı.
Bu sadece benim kuşağıma özgü bir gerçek olmasa gerek. Lise müfredatını liseden kurtulduktan sonra çok takip etmedim açıkçası ama bu topraklarda yaşayan pek çok ergen hemen hemen aynı kaderi yaşıyordur tahminime göre. Coğrafya kaderdir çünkü. Bizim kaderimizde maalesef dünya adı verilen bu gezegende Ortadoğu’ya düşmek oldu.
Sex Education’da ise modern dünyanın kalelerinden Büyük Britanya’da bir taşrada liseye giden öğrencilerin seks ve seksüel problemlerle ilişkisi anlatılıyor. Dünya artık bambaşka bir yer, akıllı telefonlar herkesin hayatında, sekse ve bilgiye ulaşmak çok kolay, eşcinseller kendilerini eskisi kadar saklamak zorunda değiller, bireysellik aşırı ön planda ve herkes kendini olduğu gibi kabul etmek, ettirmek peşinde ama yine de bu gençlerin hayatında da en önemli sorunlardan biri seks.
Ana kahramanımız Otis asosyal biri ve ergenliğe girdiği halde henüz mastürbasyon yapamıyor. Seks terapisti annesiyle beraber yaşıyor, özgür yetiştirilmiş, ev aynı zamanda muayenehane olarak kullanıldığı için seksüel sorunlarla gelen yetişkinlerin problemlerine aşina. Okuldaki büyük crush’ı ailesiz yaşayan ve aşırı cool Maeve’in para kazanmak için bulduğu dahiyane fikirle, okuldaki akranlarına merdiven altı seks terapisi yapmaya başlıyor.
Sex Education o artık kullanıla kullanıla hiçbir özelliği kalmadığını düşündüğümüz lise dizisi formatını alıp bambaşka bir şeye çevirmiş. Sanki eski bir dizinin yeniden yapımını izliyoruz ama izlediğimiz şey bir yandan da yepyeni bir şey. Tüm karakterler, hikayeler, ilişkiler çok bildik bir formül ama ortaya çıkan sonuç çağımızın sesi gibi olmuş. Özgürlük, cinsellik ve gençlik hiçbir zaman bu kadar lafını sakınmadan ve sansürlenmeden ortaya koymamıştı galiba. Bu liselilerin küçük ama hayatın en önemli şeyi olacak kadar büyük problemleri tamamen filtresiz ve çok komik anlatılıyor bize.
Dizinin bahsetmek gereken pek çok artısı var. Ama bence bunlardan en önemlisi son zamanlarda izlediğimiz en queer karakterin hayat bulmuş olması. Otis’in en yakın arkadaşı Eric de diğer akranları gibi kendini keşfettiği dönemde bir eşcinsel (kendi beyanını sormadık ama onu burada eşcinsel olarak anmaya karar verdim. Ne de olsa yaşlıyım). Eric şahane bir karakter ve Ncuti Gatwa tarafından şahane canlandırılıyor. Moda zevki, frapanlığı, iniş çıkışlarıyla bir kült karakter izliyoruz bence. Liseli gay hiç bu kadar gerçek ve bağımsız olmamıştı. Yan karakter ama var olduğu her sahnede müthiş rol çalıyor. Sekiz bölümlük bu minicik dizinin en şahane bölümü yine Eric’in doğum gününde Hedwig and the Angry İnch izlemek üzere Hedwig gibi giyindikleri ve şehre gittiği bölüm diyebilirim. Bildik liseli dizi formülleri Eric için de geçerli. Elbette o da tacize uğruyor, o da dışlanıyor, o da dayak yiyor, o da kimliğini saklama gereği duyuyor ama geri dönüşü yine muhteşem oluyor. Lise balosunda geri dönüşünü yapıyor ve muhteşem bir dönüş bu. Eric heteroseksüel dünyadan intikamını benim diyen lubunyanın yapamayacağı şekilde alıyor. Etnik kimliğini de cinsel kimliğinin içine yedirdiği bir styling’le baloya geliyor.
Sadece Eric, Hedwig ve balo bölümü değil daha pek çok efsane karakter ve sahne de Sex Education’ın sekiz bölümünün içine sıkıştırılmış. Bir an önce seks yapmak isteyen ve herkese açık açık bunu söyleyen çizgi romancı vajinusmus kız Lily mesela… Cep telefonlarına gönderilen vajina fotoğrafından sonra okulun toplantı salonunda o vajinanın sahibi araştırılırken herkesin “It’s my vagina!” diye ayağa kalktığı sahne mesela. Tabulara karşı gerçek bir isyan sahnesi olarak bana çığlık attırdı.
Bu zamana kadar cinsellik tabusunun yıkıldığı pek çok dizi izledik. The Skins’ten tutun da Shameless’a kadar hafızamız bu konuda çok taze. Ama Sex Education bir şekilde bunların arasından sıyrılıp ayrı bir yere koyulmayı hak ediyor. Nedenini tam olarak bilmiyorum. Ama cevap olarak dinamizm kelimesini kullanmak istiyorum. Her şey çok hızlı, hikayeler çok sağlam ve temel amacından hiç sapmıyor her şey çok komik. Düşene gülmek gibi bir komiklik değil bu, zaten komik ve problemli karakterleri tuhaf olayların içine atarak gerçekleştirilen bir komedi var dizide. Ve tüm bu sahnelere şahane bir soundtrack eşlik ediyor. Her bölümünde en az üç shazam’ım var öyle söyleyeyim.
Dizinin bence sarkan ve iyi canlandırılmamış tek karakteri var o da normalde bayıldığım Gillian Anderson tarafından canlandırılan, Otis’in terapist annesi Jean Milburn. Sex Education’da anne hariç diğer karakterler büyüme zorluklarını yaşarken bir tek o çocuk kalmış gibi. Orada bir akmazlık var. Bir de hiç kimse komediye bu kadar yaslanmazken Gillian Anderson meseleyi biraz yanlış anlamış ve komik olmak için çok kasıyor. Sanki bu role pek olmamış gibi. Ama Anderson’ı şimdiden bu kadar harcamayalım ve bence The Crown’ın üçüncü sezonunda Margaret Thatcher’ı canlandırmasını bekleyelim. Orada bize hak ettiğimiz dersi verecektir.
Uzun bir aradan sonra ilk kez Sex Education’da bir şeyi hem çok beğenip hem de çok hasetleyerek izledim. Çok beğendim çünkü bahsettiğim sebeplerden çok iyi. Hasetledim çünkü artık o dünyadan çok uzağım. Prezervatifin nasıl takıldığını öğreneli yıllar, prezervatif kullanmak için de sayısını hatırlayamadığım kadar deneyim geçirdim. Ama seksin tabuları aşıp, bu kadar zor bir şey olduğunu deneyimlemeden hayatıma girmiş olmasını tercih ederdim. Bir de böyle diziler yazmak isterdim. Böyle orjinal işler asla bizde yapılamayacak; gün gelip yapıldığını varsayacak olursak da onu yapan bizler olmayacağız. Seks eğitimini kaçırdığımız gibi kendi deneyimlerimizi bir sonraki kuşağa aktarmak için de çok geç kalmış olacağız. Maalesef dünya adlı yaşlı gezegenimiz bambaşka bir yere evrilirken biz hala Ortadoğu batağına saplanmış bir halde hangi akrabalarımızla kaç yaşında yatabileceğimizi tartışıyoruz. Üzücü. Yine her şey değişirken bize sadece izlemek ve beğenmek kalıyor olacak.
Ama en azından şimdilik bunları izleyebiliyoruz.
O yüzden Sex Education’ı kaçırmayın derim bence son dönemin en orijinal ve aynı zamanda şimdiden klasik işlerinden biri.
YİĞİT KARAAHMET