Karaktersizlik benim için adeta bir yaşam biçimi olduğundan, birinden hoşlandığımda, onun okuduğu her kitabı, izlediği her diziyi, sevdiği her filmi, laf arasında hasbelkader bahsettiği herhangi bir dergiyi, köşe yazısını derhal emir telakki eder, hiç üşenmem arar bulurum. Bu karaktersizliğim sayesinde, çok şahane okumalara ve seyirliklere ulaşmışlığım vardır açıkçası (Shawshank Redemption çok iyi film yaa, diyen ve bunu bir tek kendisinin farkettiğine gerçekten inanan naif arkadaşı saymazsak). Adamın kendisi bile izlemeyi bırakır mesela bir diziyi, ben tabii takıntılı bir insan olduğum için sonunu getirmeden asla. Adam belki hava olsun diye yarısına kadar okuduğu ve sıkılıp attığı bir kitabı söylemiştir, ama ben yazarın külliyatına başlamış bulunurum ve okurum da okurum. Vampir filmleri izlemekten (benim gençliğimde Alacakaranlık serisi filan yoktu henüz ortada, dikkatinizi istirham ederim), Eric Hobsbawm okumaya, geniş bir yelpazede ilgi alanları geliştirmek için çok güzel bir motivasyon değilse bu, sorarım size başka ne olabilir?
Bu yalaka tavırlarımın bana şu hayattaki en güzel kazançlarından birisi ise tabi ki Behzat Ç.’dir. Durup durup özlediğim bu diziyi hiç izlemeden yaşayıp gidiyor olabilirdim, evlerden uzak. Nitekim bütün bir ilk sezonu, diziyi ‘bir takım sakallı adamların havalarda küfürler uçuşturması’ sanma densizliğimi, yine böyle bir vesileyle bırakmıştım bir zamanlar. Meğer neler neler kaçırıyormuşum, kimse de bana söylememiş.
Bir kere dünyanın en güzel aşkı varmış içinde, Savcı Esra- Behzat aşkından bahsediyorum elbette. Behzat kadar zor bir insana aşık olmak normalde çekilecek dert olmaz tahminimce, ama Esra’ya bakınca Esra’nın aşırı samimi ve beklentisiz sevgisiyle içinden bambaşka bir adam çıkan Behzat’ı sevdikçe sevesimiz geldi. Behzat Amirimden daha fazla hak vereceğimiz biri olacağını hiç tahmin etmezdik şu hayatta ama Esra’nın onu bile geçtiği zamanlar oldu. Esra’nın o “Ben seninle mutsuzluğa da varım,” konuşmasını izlemeyen var mıdır bilmem, ama eğer hala izlemediyseniz, açıp da o sahneyi izlemenizi önermem mesela, çünkü Esra’yı gerçekten tanımadan, o sahnenin hakkını vermek mümkün değildir. Kimden duyulsa güzel kelimeler onlar evet, ama Esra’nın onları Behzat’a söyleyebilmesi, işte o bambaşka. Canan Ergüder’in inandırıcılığını da es geçmek istemem tabi.